nedir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nedir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2013 Pazartesi

ALLAHIN GAYB BİLGİSİ



Kulların özgürce işledikleri işlerinin Allah’a nisbeti

Meşîet

“مشيئة  Meşîet”, Türkçeye de aynen Arapçadaki anlamıyla geçmiş olan bir sözcüktür. Sözlük anlamı “Bir şey üzerinde karar vererek onu yapmaya azmetmek” olup “إرادة irade” sözcüğü ile eş anlamlıdır. Sadece kullanım alanlarında ince bir fark vardır; İrâde uzun zamanda istemek, dilemek; planlamak için kullanılırken meşîet vücuda getirme anındaki isteği ifade eder. Bu durumda nasıl “İrade” Allah’ın sıfatlarından biri ise, “Meşîet” de Allah’ın ilim ve kudret sıfatlarından başka ayrı bir sıfatıdır. Ancak dinî gelenekte Allah’ın bu sıfatı belirtilirken “Meşiet” değil de daha çok “İrade” kullanılmış ve kullanılmaktadır.

İrade sahibi bir varlığın, elindeki seçeneklerden birini tercih etmesi, elindeki seçeneklerden biri üzerinde karar vermesi demek olan irade/ meşîet sıfatı, Allah için şöyle ifade edilebilir: “Meşîet, Allah’ın olabilecek veya olmayabilecek her şeyi, dilediği zamanda ve dilediği niteliklerde yapması veya yapmaması”dır. Bu tanım, evrendeki olmuş veya olacak her şeyin Allah’ın dilemesiyle olduğunu ve olacağını, O’nun her dilediğinin mutlaka olacağını, dilemediğinin ise asla olmayacağını bildiren şu ayetlerle de Kur’an’dan destek almaktadır:

47Meryem; “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. Allah; “Öyledir! Allah dilediği şeyi oluşturur; O, bir işe karar verdiği zaman onun için ‘Ol!’ der, o da hemen olur” dedi.
                                                                                            (Âl-i Imran/ 47)           

82Şüphesiz ki O, bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu/ işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir.
                                                                                                  (Ya Sin/ 82)          

Allah İnsanlara İnanç Özgürlüğü Tanımıştır

Nitelikleri yukarıda açıklanmaya çalışılan ölçülerde bir Meşiet/ İrade sahibi olan Allah, bu sıfatından kapasiteleri nispetinde insanlara da bahşetmiş ve insanlara özgür iradeleri ile seçme hakkı tanımıştır. Rabbimiz rahmeti gereği, elçi göndermiş, kitap indirmiş; iyi yolu, kötü yolu açıkça orta koymuş donra da istediğinizi seçin demiştir. İnanç ve amel özgürlüğünün temeli Allah’ın bu konudaki meşietidir.

Herkesçe bilinen bir gerçektir ki, insanların baskıyla bir şeye inandırılmaları veya inanmaktan vazgeçirilmeleri mümkün değildir. İnanç bir gönül işidir. Bundan dolayıdır ki, insanların ne kalplerine nüfuz etmek, ne de beyinlerini kontrol etmek mümkündür. İnanç konusunda insanları zorlamanın ikiyüzlü kimseler üretmekten başka bir işe yaramadığı da insanlık tecrübeleriyle sabittir. Ayrıca جبر cebr/ zorlama ve baskı imtihan esprisine de aykırıdır. O nedenle Yüce Rabbimiz insanları bu konuda özgür bırakmıştır. Bakara/ 256, Hud/ 15, 28, Kâfirun/ 6, Yunus/ 99, 108, Teğâbün/ 2, Kehf/ 29, Zümer/ 7, 15, Fussılet/ 40, İnsan/ 2, 3, Nahl/ 9, 36, 93, Secde/ 13, Maide/ 48, İsra/ 15, 18, Şûra/ 20, En’âm/ 35, Rad/ 31, Şuara/ 3, 4’de görülebilir.

Saptıran da, Hidayete Erdiren de Sadece Allah’tır

Allah’ın insanı özgür bıraktığı Kur’an ile tespit edildikten sonra, bir başka konunun da iyi anlaşılması gerekir. Bu, saptıran da hidayete erdiren de sadece Allah olduğu konusudur. Zira “Meşiet” kavramını tüm boyutları ile incelememiş olanlar, saptırma ve hidayet konusunda yanılmakta ve “dalâlet ve hidayetin herhangi bir esasa ve kurala bağlı olmadığını, Allah’ın rastgele birilerini saptırdığını, kimilerini de rastgele hidayete erdirdiğini” ileri sürebilmektedirler. Oysa Allah’ın durup dururken bir kimseyi saptıracağını iddia etmek, Allah’a zulüm yakıştırmak olur ki, Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez. Zaten konu detaylı araştırıldığında işin öyle olmadığı anlaşılacaktır. Önce iki örnek verelim:

8Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/ dileyeni şaşırtır, dilediğine/ dileyene de kılavuzluk eder. Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.
                                                                                                               (Fatır/ 8)

(Benzer ayetler: En’âm/ 39, İbrahim/ 4, Nahl/ 93, Müddessir/ 31)
46Andolsun ki Biz, açıkça ortaya koyan âyetler indirdik. Ve Allah, dileyen kimseyi dosdoğru yola iletir.
                                                                                              (Nur/ 46)          

(Benzer ayetler: Bakara/ 142, 213, 272, En’âm/ 88, Yunus/ 25, Hacc/ 16, Nur/ 35, Kasas/ 56, Fatır/ 22, Zümer/ 23, Şûra/ 13)

Görüldüğü gibi, bu ayetlerde Allah’ın kudret sıfatı öne çıkarılarak her şeye güç yetiren Allah’ın dilediğini saptırdığı, dilediğini de doğru yola ilettiği ifade edilmiştir. Ancak dikkat edilirse bu ayetler rastgeleliği değil, bir seçimi [meşieti/ iradeyi] ifade ederler.

Doğru bakılırsa, Yüce Allah’ın saptırma ve hidayete erdirmeyi rastgele dilemediği Kur’an’da açıkça görülür:

            Allah’ın Hidayet Edeceği Kimseler

            – Kendilerini değiştirmek isteyenler (Ra’d/ 11, Enfal/ 3)
           – Müminler (Muhammed/ 46, Meryem/ 76, Hacc/ 54, Tövbe/ 124, İbrahim/ 27, Müddessir/ 31, Hucurat/ 7, 8, Bakara 26, Enfal/ 2, Nahl/ 102, Nur/ 55, Zümer/ 23, Fetih/ 4, Zariyat/ 55)
            – Tağuttan kaçınanlar (Zümer/ 17, 18)
            – Allah’a yönelip O’na sarılanlar (Şûra/ 13, Zümer/ 17, Ra’d/ 27, Âl-i Imran/ 101)
            – Salih amelde bulunanlar (Şûra/ 23)
            – Fakirlere yardım edenler (Leyl/ 5-7)
            – Cihat edenler (Ankebut/ 69)
            – Sözü dinleyip en güzeline uyanlar (Zümer/ 18)

            Allah’ın Saptıracağı Kimseler

            – Kâfirler (Mümin/ 74, Nisa/ 155, Tövbe/ 37, Nahl/ 107, Meryem/ 83, Müddessir/ 31)
            – Ahirete inanmayanlar (İsra/ 45)
            – Ayetlere inanmayanlar (Nahl/ 104)
            – Zalimler (İbrahim/ 27, Tövbe/ 109, En’âm/ 129)
            – Münafıklar (Nisa/ 82)
            – Fasıklar (Saff/ 5, Bakara/ 26, Maide/ 108, Tövbe/ 80, Münafikun/ 6)
            – Kalplerinde hastalık olanlar (Bakara/ 10, Tövbe/ 124, 125, Müddessir/ 31, Hacc/ 53)
            – Mücrimler (Hicr/ 11-13)
            -Düşünmeyenler, öğrenmeyenler (Tövbe/ 127, Rum/ 59, Yunus/ 100, A’râf/ 179)
            – Dünya hayatını tercih edenler (Nahl/ 107)
            – Haddi aşanlar (Mümin/ 10, 12, 28, 34, Yunus/ 74, 20, 125-127)
            – Kur’an’dan yüz çevirenler (Zühruf/ 36, 37)
            – Allah’ı unutanlar (Haşr/ 19)
            – Cimriler (Tövbe/ 76, 77)
            – Kibirliler (Mümin/ 35)
            – Müstağniler (Leyl/ 8-10, Abese/ 5-7, Alak/ 6, 7)
            – Zorbalar (Mümin/ 35, İbrahim/ 13, 16)
            – Yalancılar (Zümer/ 3, Bakara/ 10, Tövbe/ 77, Nahl/ 36, Mümin/ 28, Leyl/ 8-10)
            – Nankörler (Bakara/ 276, Hacc/ 38, Lokman/ 32, Sebe/ 17, Fatır/ 36, Kaf/ 24, İsra/ 27, Zümer/ 3)
            – Şüpheciler (Mümin/ 34)

            Allah Evrendeki Her Şeyin ve Her İşin Yaratıcısıdır

Kelâm ilminde “Kulların Yaptığı İşlerin Yaratılması” başlığı altında temel konulardan biri olarak ele alınmıştır. Üzerinde uzun tartışmalar yapılmış olan bu konuda Mutezile, Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye, Eşariyye ve Maturidiyye gibi ekoller oluşmuş ve her mezhep kendine göre aklî ve naklî kaynaklar ileri sürmüştür. İlgilenenler, Kelâm kitapları sayfalarında yapılan bu tartışmaları “Mevkıfu’l-Beşer Tahte Sultani’l-Kader”, “Şerh-i Mevakıf”, “Şerh-i Makasıt”, “Şerh-i Akaid”, “Fıkh-ı Ekber” “Aliyyü’l-Kari Şerhi” ve “Kitabu’t-Tevhid” adlı kitaplardan detaylı olarak okuyabilirler.

Bu konunun üzerinde ihtilaf ve tartışma olmayan birinci ilkesi, bir tek olan, ortağı ve benzeri olmayan, ibadete lâyık tek yaratıcı olan Allah’ın, madde-enerji, canlı-cansız tüm varlıkların yaratıcısı olduğu gibi, bu varlıkların yaptıkları işlerin de yaratıcısı olduğudur. Bunlar ister uyumak, düşünmek, büyümek, kalp atışı gibi irade edilmeksizin [irade dışı] yapılan işler olsun, isterse iyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer gibi niteliklere sahip, insanın kendi seçimiyle yapılan işler olsun, bütün fiillerin yaratıcısı Allah’tır.

95,96İbrâhîm; ‘Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah oluşturmuştur’ dedi.
                                                                                             (Saffat/ 95, 96)           

102İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin oluşturucusudur. Öyleyse, O’na kulluk edin. O, her şey üzerine belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır.
                                                                                            (En’âm/ 102)   

16De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Allah’ın astlarından o kendi kendilerine yarar sağlamaya ve zarar vermeye gücü olmayanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Ya da Allah’a, O’nun gibi oluşturan birtakım ortaklar buldular da, bu oluşturma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah, her şeyin oluşturucusudur. Ve O, birdir, her şeye üstün ve kahredicidir.”
                                                                                                 (Ra’d/ 16)   

62Allah, her şeyin oluşturucusudur. O, her şeyin “belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”ıdır.
                                                                                            (Zümer/ 62)     

62İşte, her şeyin oluşturucusu Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O hâlde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!
                                                                                             (Mümin/ 62)   

Görüldüğü gibi, Yüce Allah, ilâhlığının olmazsa olmaz bir gereği olarak her şeyin ve her işin asıl yaratıcısıdır. Dolayısıyla dalâleti de, hidayeti de hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Ne var ki, dalâlet ve hidayet şeklindeki bu iki yaratılandan herhangi birini tercih eden ve o yönde davranışta bulunan ise insandır. Bu, her fiilin yaratıcısının Allah, her fiilin kasip ve failinin ise insan olduğu anlamına gelmektedir. Allah kullarına kabiliyet ve imkânlar vermiş, onların iradelerini özgür kılmıştır. Seçim yapabilecek bir ortamın olmaması hâlinde özgür iradenin bir anlamı olmayacağı için de insana dalâlet ve hidayetin birlikte bulunduğu seçim yapılabilecek bir ortam yaratarak iradesini ortaya koyma imkanı vermiştir. Yukarıda Zümer suresinin 7. ayetinde de gördüğümüz gibi, Allah kullarının kötü eylemlerde bulunmalarını istememektedir. Ancak özgür bıraktığı kulun seçimine de engel olmamaktadır. Her şeyi kendi bilgisi, kontrolü ve tasarrufunda bulunduran Allah, kullarının kendi istekleriyle de olsa dalâleti seçmelerine razı olmamakta, onlara verdiği seçme yetisini gözeterek memnun olmadığı hâlde kullarının bu tercihlerine izin vermektedir.

            Kur’an’da aslında kullar tarafından işlenmiş iyi ve kötü birçok fiilin faili olarak Allah’ın görünmesi işte bu yüzdendir, yani Allah’ın kullarının işlediği fiillerin yaratıcısı olması sebebiyledir. Yoksa Allah’ın cebir uygulayarak insanı o işi yapmaya mahkûm etmesinden değildir.

Aşağıdaki ayetlere bu anlayışla bakıldığında görülecektir ki, asıl failler insanlardır:

100Allah’ın izni/ bilgisi olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve Allah, kirliliği/ azabı aklını kullanmayanların üzerine bırakır.
                                                                                                (Yunus/ 100)           

125Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle, Allah, pisliği [zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine bırakır/ atar.
                                                                                            (En’âm/ 125)   

53Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah’ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah’ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir.
                                                                                                (Enfal/ 53)   

11Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah’ın işinden olarak–,onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O’nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.
                                                                                                (Rad/ 11)     

14Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
                                                                                       (Muttaffifin/ 14)   

88Ve onlar, “Bizim kalplerimiz kılıflıdır/ hiçbir şey işlemez” dediler. Aksine; Allah, gerçeği bilerek reddetmelerinden dolayı onları dışlamış/ rahmetinden mahrum bırakmıştır. Bundan dolayı pek azı iman eder!
                                                                                             (Bakara/ 88)    

16Ve Biz, bir ülkeyi değişime/ yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz.
                                                                                                    (İsra/ 16)  

Ve A’râf/ 94-102, Yunus/ 74, En’âm/ 25, 42-46, Nahl/ 104-109, Bakara/ 93, Nisa/ 155-159, Münafikun/ 1-11, Saff/ 5 ve Tövbe/ 86,87, 93.

Yukarıdaki ayetler bize şu gerçeği anlatmaktadır: İnsanlar, kalpleri, kulakları Allah tarafından damgalandığı için kâfir olmazlar; bilakis kâfir oldukları için kalplerini, kulaklarını ilme ve uyarıya kapamak suretiyle kendi kendilerini damgalarlar. Çünkü kâfirler, kendi akıllarına çok güvendikleri için Allah’ın uyarılarını dinlemez ve peygamberi küçümserler; böyle yapmakla akıllarını da doğru kullanmamış olurlar. Yüce Allah ise insanların bu duruma kendi hür iradeleri ile düşmelerine izin verir, böylece küfür yolunu seçmiş olan bu insanların kalplerini mühürlemiş olur.

Zaten batıl inançlara dalan, kendini müstağni gören, zevk ve sefaya dalan, hevasını ilâh edinen bu tür insanlar, kalplerini, kulaklarını tıkayarak gönüllerine başka bir inancın girmesine izin vermezler. Saydığımız özellikleri nedeniyle kalplerini ve kulaklarını mühürlediklerinden, peygamberle yan yana gelseler, Kitab’ı alıp okusalar bile ayetlerden etkilenmezler. Çünkü kalpleri taşlaşmış hatta taştan daha beter bir katılık kazanmıştır. Bu gerçekleri ayrıntılı olarak şu ayetlerde görmekteyiz:

111Ve eğer Biz, şüphesiz onlara birtakım güçler indirseydik, onlara ölüler söz söyleseydi ve her şeyi karşılarına toplasaydık, –Allah’ın dilemesi dışında–yine inanmayacaklardı. Velâkin onların çoğu cahillik ediyorlar.
                                                                                     (En’âm/ 111)          

5Ve onlar: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/ zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, yapabileceğini yap, biz de gerçekten yapıyoruz” dediler.
                                                                                                  (Fussılet/ 5)

45Kur’ân öğrenip-öğrettiğin zaman seninle âhirete inanmayanlar arasında görünmez/ gizli bir perde yaptık.

46Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık yaptık. Ve sen Kur’ân’da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler.

47Biz, onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin, “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliriz
                                                                                       (İsra/ 45-47)         

31Ve şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’ân’a inanmayız, ondan öncekine de…” dediler. Sen şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Zaafa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü’min kimseler olurduk” diyecekler.
                                                                                     (Sebe/ 31)   

27-29,31Yine o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Ona Rabbinden bir alâmet/ gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah’ı anmakla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler, yalnız ve yalnız Allah’ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah’ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah’ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/ miadını şaşırmaz
                                                                                        (Rad/ 27-29, 31)  

179Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir.
                                                                                              (A’râf/ 179)   

103Allah, “bahîre”den, “sâibe”den, “vasîle”den ve “hâm”dan hiç birini öngörmemiştir. Ancak kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, Allah’a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Ve onların pek çoğu akıl erdirmez.
                                                                                                (Maide/ 103)

12Şüphesiz Allah, iman edip sâlih amellerde bulunan kimseleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. İnkâr eden kimseler ise, kazançlanırlar ve etinden, sütünden yararlanılan hayvanların yemesi gibi yerler, Ateş de onlar için bir konaklama yeridir.
                                                                                         (Muhammed/ 12)

10Ve andolsun ki Biz, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.
11Ve onlara herhangi bir elçi gelmeye görsün, kesinlikle onunla alay ederlerdi.
13Onlar indirilen kitaba/ gönderilen elçiye inanmazlar, oysa ki evvelkiler ile ilgili yasamız/ uygulamamız geçmiştir, size bildirilmiştir.
14,15Ve Biz, onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile, kesinlikle “Gözlerimiz döndürüldü/ bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir.
                                                                                     (Hicr/ 10-11, 13-15)           

146Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.–
                                                                                       (A’râf/ 146)          

Kısacası Allah, şer ve hayrı yaptıran değil yaratandır.

İlm-i İlahinin Ef’al-i  ibade  Etkisi (Allah’ın bilgisinin kulların işlerine etkisi)

 Âyetlerde iman etmenin de, inkâr etmenin de insanın hür irâdesine bırakıldığı ve cennete  girmenin  de,  cehennemi  hak  etmenin de, kişinin  yaptıklarının  sonuçları olduğu açık  bir  şekilde  anlatılmaktadır.  Allah’ın,  yaptıklarımızı  önceden  bilmiş  olması, bizi, o yaptıklarımızı yapmaya zorladığı anlamında değildir. Bilakis Allah’ın bilgisindeki o mâlumat, yaptıklarımız sebebiyledir.

 Allah sonsuz ilmi ile, dünyaya gelen ve gelecek insanların, iyiyi mi yoksa kötüyü mü seçeceklerini bilir. Ancak insanlar, kendilerinin ne şekilde hareket edeceklerini Allah’ın bildiği ve takdir ettiği için hareket ediyor değillerdir. İnsan hak ile bâtılı seçme durumundadır. Hakkı seçerse  cennete girecektir; Bâtılı seçerse cehenneme girecektir. Bu kararı imtihan için Allah insana bırakmıştır. İnsan sonucuna katlanmak şartıyla, seçiminde hürdür.

Kesinlikle bilinmektedir ki Allah, ilmi ile bütün zamanları, geçmişi, hâli ve geleceği aynı anda kuşatır. Bizim yapacaklarımızı, daha yapmadan evvel, ezeliyeti ile bilir.

Burada dikkat edilmesi, iyi anlaşılması gereken, “İlmin (bilginin) maluma (bilinene) tabi olduğu” gerçeğidir.

İlim; bir şeyin zihindeki şeklidir.
Malum ise; o şeyin hariçteki gerçek halidir.
Bu konuyu binlerce örnekle örneklemek mümkündür.
Bir minare, kalem, defter, insan, meyve, otomobil vs düşünelim. Zihnimizde bunları hey’etleriyle bilip duruyoruz.

Şimdi üzerinde duracağımız nokta, bu nesneler, bizim bilgimize tabi olarak mı o şekildeler, yoksa onların şeklinden mi bizde bilgi oluştu? Peki biz bir otomobili bir minare şeklinde bilseydik, otomobil minare şeklinde mi olurdu?

Bankada hesabı olanlar, bankadaki paralarının miktarını bilirler. Peki bankadaki paraların miktarı bilgiye mi bağlı, yoksa bilgi paranın miktarına mı bağlı? Kişi bankadaki parasını yanlış bilse paranın miktarı değişecek mi?

Atmosferde boşluğu bırakılan her cisim yer çekimi sebebiyle düşer. Bu bilgidir. Peki o cisim düşeceği için mi düşeceği bilinir, yoksa  düşeceği bilindiği için mi düşer?

Ateşin yaktığı herkesçe bilinir. Peki ateş yaktığı için mi herkes ateşin yaktığını öğrenmiştir. Yoksa ateş yakıcıdır diye bilindiği için mi ateş yakmaktadır.

İnsanlar yine ileriki günlerde, senelerde güneşin doğuş ve batış saatlerini, ay ve güneş tutulmalarını bilebilir ve takvimlerine yazar.

 “Acaba takvimde yazıldığı için mi bu olaylar gerçekleşiyor, yani güneş o saatlerde doğuyor ve batıyor veya tutuluyor?” Yani malum olan güneşin doğup batacağı, tutulacağı saat, ilimi olan insanların bilgisine mi tabi yoksa güneşin o saatte doğup, o saatte batacağı, tutulacağı önceden hesaplanıp, tespit edildiği için mi bilinmiş ve takvimlere yazılmıştır?

Bu örnekleri, tarih, coğrafya, astronomi, atmosfer olayları, yapılmış plan ve programlar, yol, uçak, tren tarifeleri vs. gibi pratik hayattan yüzlerce, binlerce olay ile çoğaltabiliriz .

 Allah’ın varlıkların ne yapacağını ezelden bilmesi ilimdir. Allah’ın bu ilmi kesinlikle “ma’lum” olan bizim fiillerimize ve yapacaklarımıza tâbidir. Yani biz yapacağımız için Allah öyle bilmiştir. Yoksa Allah öyle bildi diye biz mecburen yapmıyoruz.

Kader konusu ile ilgili akla gelen sorular

Kader değişir mi?

Yukarıdaki açıkladığımız üzere, Allah’ın yazıp da insanlara zorla uygulattığı, insanların eylemlerine yönelik “Alın yazısı” anlamında bir kader söz konusu değildir. Kaderi, “ilm-i ilahi” olarak ele alacak olursak da Allah’ın bilgisinde değişiklik; artma, eksiltme söz konusu edilemez.

Kaderi, “Allah’ın takdiri” olarak ele alırsak bunda da değişiklik söz konusu olmaz.

Mesela, Allah kişinin doğacağı, öleceği anları takdir etmişken bunların belirli sebeplerle sonradan değişmesi söz konusu olursa, bu takdirde Allah’ın ilminde bir değişiklik olmuş, Allah’ın aldığı bir karar gerçekleşmemiş, bilmediği bir şey gerçekleşmiş olur ki, bu da Allah’ın ilim, irade, tekvin sıfatlarında bir artma ve eksilmeyi netice verir; bunun ise Allah hakkında düşünülmesi bile mümkün değildir.

Evlilik kader midir?

İnsanların eş seçimi de tamamen ihtiyari; kendilerinin istek ve seçimleriyle gerçekleştirdikleri bir iştir. Kadın ve erkeğin meşru, gayri meşru cinsel ilişkisi, kendilerinin özgürce yaptıkları bir ameldir. Ama bu amele dayalı çocuğun doğması, cinsiyeti Allah’ın takdiridir. Yumurta ve sperm sayısı, cinsiyet kromozomlarının buluşması gibi olaylar, insanların iradeleri dışında gelişir. İşin bu yeni Allah’ın takdiri kapsamındadır.

Zoraki evlendirme, tecavüz, kazaya kurban gitme, planlanan bir işin sonuçsuz kalması gibi olaylar, Bakara/ 155-158. ayetlerde açıklanan belalandırma, fitnelendirme çerçevesinde düşünülmelidir.

Allah, herkesin akıbetini bildiğine göre niçin yaratıyor?

Allah, “Vacib’ul vücud”dur. Yani zorunlu ve varlığı zorunlu olan varlıktır. (Ayrıntı, Kelam ilmi kitaplarından bakılabilir)

Bu nedenle Allah’ın zorunluluktan gelen ayırıcı özellikleri vardır. Tüm esmasının, sıfatlarının  (Zati, sübuti ve selbi) tecellisi gerekir. Bu nedenle, Halik ve Fatır sıfatları olmalıdır ve olduğuna göre de yoktan yaratmalı varlardan da bir şeyler oluşturmalıdır.

Tebarektir, cömertliğinden istifade ettirmelidir. Naimdir, nimetlerinden istifade edilmelidir. Gafur olup affetmelidir, Tevvab olup, tevbeleri kabul etmelidir, Müntakim olup suçluyu yakalayıp cezalandırarak adalet sağlamalıdır. Adil olup adaletle muamele etmelidir. Muhyi (hayat veren) ise, yarattıklarına can vermeli Mümit (öldüren) ise öldürmelidir.. vs. vs. tüm sıfatları hariçte tecelli etmelidir.

Tüm bunlar Allah’ın olmazsa olmazlarıdır. İnsanların düşünmesi gereken, Allah’ın niçin yarattığı değil nasıl muamele ettiğidir.

Ecel,  kader midir, değişir mi?

Ecel de insanın kaderidir. Allah ayarlamıştır, belirlemiştir; adını koymuştur. Ecel kesinlikle değişmez; ertelenmez de öne de alınmaz. 

18 Temmuz 2013 Perşembe

Sömürü Düzeni

Tekasür / Çoğaltma yarışı  nedir?


Emeği sömürmeye dayalı bir sistemdir.

Şöyle ki: patron maliyeti düşürmek için her şeyden kısmayı ister bu işçi ücretleri içinde geçerlidir. Böylece üretilen mamülün (üretilmiş mal) birim fiyatını da düşürüp piyasaya daha çok hakim olma/ Melikleşme durumunu kolaylaştır.



Diğer taraftan emekçiler de daha insancıl bir yaşam için ücretlerinin yükselmesi için uğraşır; sendikalar, dernekler, partiler gibi. 

Anlayacağınız, Sömürü sisteminde patron emek olmadan, emeği sömürmeden patron olamaz.



Devlet nedir ?


Günümüzde Devlet, sermayenin zengin sınıfı arasında deveran ettiği, o ülke sınırlarındaki ezen ve ezilen iki sınıf arasındaki egemen sınıfın yani patronların baskı aygıtıdır. Nitekim yasalarla kendi sömürü düzenini yasallaştırır. İşçilerin eylemlerine karşı baskı yasalarını egemen olduğu yasaları parlementodan çıkarır. 

Örnek: Sendikaların yasaklanması, Var olan işçilerinin sendikalaşmasına izin vermeme, Ceza kanunları, Mezarda emeklilik yasası vs.

Gümrük Nedir ? 

Gümrük anlaşması yapılan ülke sınırları,  ihracat yapan ülkenin milli sermayesinin kendi pazarını belirlediği sınırdır. O sınırı yani kendi piyasasını koruyabilmek için gümrük yasaları belirlenmiştir. Diğer ülkelerin ürünlerinin kendi piyasasını tehdit edemeyecek fiyatlarla içeri girmesi için belirlediği yüksek vergiler vardır. Bu sayede kendi piyasasını korumuş olur. Aynı zamanda sermaye kendi piyasasını koruyacak bir orduya da ihtiyaç duyar. Elinde tutuğu devlet yapısıyla ve yayın organlarıyla insanları kandırmaya başlar.

Bu kandırma kurgusu, bazen milliyetçiliği bazen dini, bazende sosyal şovenistliği kullanır. Bu düşüncelerle kandırdığı insanları canla başla savaşacak yiğit askerler elde etmiş olur. 

Milliyetin için savaştığını sanırsın ama aslında sermayenin kendi piyasasını koruması için savaşırsın. Hiçbir işgalci güç işgal ettiği ülkenin bakkalın kasabın vb. gibi küçük esnaf ve emekçilerin mallarına el koymaz; İşgalci güçlerin asıl amacı yer altı ve yer üstü zenginlikleri ele geçirmektir. Hammadde piyasasını ellerinde tutmaktır. Aslında işgal edildik derken işgal edilen şey bizi dün sömüren zenginlerin piyasasıdır, bizim evimiz işimiz bakkalımız değil…

Durum böyleyken biz kim için savaşmış oluyoruz, biz ne için ölmüş oluyoruz ? Siz hiç villadan çıkan şehit cenazesi gördünüz mü?

***

Şimdi de gayrı safi milli hasıla neymiş ona bakalım ...

GSMH yalanı … 

Türkiyedeki paranın hepsinin sahibi olduğum halde,insanları kandırmak için kendi paramı kağıt üzerinde 75 milyona bölme durumudur.

***

Ticaret, kar yapmaya ve özellikle insan ihtiyaçlarını gidermeye dayalıdır.Sadece kar yapmaya dayanan ticaret ise; Küçük esnaftan, bankalara, devlet işleyişine kadar; kar yoksa (dolaylı yada dolaysız) o işi asla yapmaz.

***


1. dünya savaşı ve öncesi üretim araçları şimdiye göre daha ilkeldi. Üretilen ürünler insan emeği ve makineler sayesinde üretiliyordu… Örneğin bir arabayı üretmek yüzlerce işçiyle yapılıyordu ve aynı fabrika yüzlerce arabayı üretmek için binlerce işçiye ihtiyaç duyuyordu. Ama şimdi makineler çok gelişti ve neredeyse birkaç işçiyle, gelişmiş robotlarla çok daha kısa sürede çok daha fazla araba üretilebiliniyor. Artık patronlar işçiye ihtiyaç duymuyor ve işsizlik her geçen yıl artıyor…

Tekasür Hastalığı ...

Bu kapitalizmin engelleyemediği bir durumdur; zira kar yapmayı düşünmek zorundadır. Sürekli artan işsizlik durumu günümüz sisteminin kronik hastalığıdır. İç dinamiğinde var olan ve kesinlikle durduramadığı, kendi yasaları gereği bu sorun asla engeleyemeyeceği bir hastalıktır. 

Gelişmiş makinelerle çok kısa sürede insanlığa yıllarca yetecek kadar ürün stokları üretilmektedir. Bu stokları satana kadar üretimi yavaşlatmak yada durdurmak zorundadır. 

Yadaaa ...

Yeni piyasalar ele geçirmek zorundadır ( savaş) eğer başka bir pazarı (ülkeyi) ele geçiremediyse stokları eritene kadar işçileri işten çıkarmak zorundadır. Sokakta işsiz kalan işçiler, gelirleri olmadığı için bu stokları alacak paraları olmadığı yada paraları az olduğu için bu stokları yavaş yavaş eritmek durumda kalırlar. Buna ekonomik kriz dedir.

Bu kriz yıllarca sürebilir, sınırlandırılmamış kar hırsından dolayı üretim ile tüketim arasında denge yoktur. 

Patron için işçi, hem emeği sömürülecek insan, hemde satış yapacağı pazardır (halk). Yani hem çalıştırken sömürür hemde o malları mağazasında sana satar ve gene kar yapar… Yukarıda anlattığımız gibi hastalıklı yapıların kurduğu ve temelinde insan olmayan ekonomi asla ve asla adil olamaz. Krizleri asla ve asla engelleyemez. Bu krizler döneminde işsiz kalan işçiler ayaklanırlar. Şuan dünyada gördüğümüz duyduğumuz ayaklanmaların temel sebebi budur.

***

Her ekonomik yapının birde siyasal tarafı vardır; buna politika diyoruz.

Politika ....

Sermaye var olduğu bölgeyi (devlet) yönetecek halk ayaklanmalarını bastıracak bir mekanizması vardır. Bu mekanizmayı destekleyecek birde ideolojisi olmak zorundadır. Yukarıda anlattığımız milliyetçilik, sosyal demokratlık, din vb gibi araçları kullanır. Halkın birlik olması hiçbir zaman işine gelmez. 

Toplumu din ayrımcılığı, mezhep ayrımcılığı, millet ayrımcılığı gibi düşüncelerle ve zaman zaman birbirlerine karşı kışkırtarak bölmek ve parçalama yöntemlerini kullanır. Arap ülkelerinde neler olduğunu ABD'nin neler yaptığını biliyoruz. Pazarlara bomba koymalar, camileri bombalamalar ve suçu birbirlerine atmalar vs. Halkın ayaklanmasının muhtemel olduğu dönemlerde yada kardeşliğin artmaya başladığı dönemlerde devletler bunu hep yapmıştır.

***

Şöyle bir örnek verelim ...

Bütün Türkiye piyasasını elinde tutan bir melikleşmiş bir fabrikalar sahibisin; Fabrikaların o kadar büyük ki tüm Avrupa'nın ve Afrika'nın ihtiyaçlarını senin Türkiyedeki büyük fabrikaların karşılıyor. Ülkende işsizlik olmaz; çünkü fabrikaların tıkır tıkır çalışıyordur.

Avrupa ve Afrika'ya malları sattığın için kendi ülkende bir ayaklanma çıkmasını istemezsin. İşçilerinin ücretlerini yüksek tutarsın, sosyal haklarını verirsin; eğer işçilerini sıkarsan ayaklanırlar ve seni devirebilirler. Dünyayı sömürmek istiyorsan kendi ülkenin refahını yükseltmek zorundasın ki bu dünyayı sömürdüğün paranın yanında devede kulak kalır…

Bunu seve seve verirsin. İşte gelişmişlik iddiasında olan ülkelerin kabaca genel durumu budur…

10 Eylül 2011 Cumartesi

Nodül Nedir?


Tiroid bezinin içinde normal tiroid dokusundan farklı bir yapıdaki yumru şeklinde veya leblebi , nohut, bazen de nadiren ceviz veya portakal büyüklüğünde olabilen anormal doku büyümelerine nodül adı verilir. Nodüllerle birlikte çoğu zaman tiroid bezi de büyüdüğünden bu hastalığa nodüler guatr adı da verilir.

Bir nodülün hasta ve doktor açısından önemi nodülde kanser olup olmadığının öğrenilmesidir. İkinci önemli nokta ise nodülün aşırı hormon salgılama özelliği olup olmadığının ortaya konmasıdır. 

NODUL VARSA MUTLAKA BİR ENDOKRIN UZMANINA BAŞVURUNUZ. 

Toplumda Her iki Kişiden Birisinde Nodül vardır

Tiroid nodülleri toplumda çok sık görülen bir hastalıktır. Nodüllerin bir kısmı elle fark edilir ve bunların oranı toplumda % 7 civarındadır. İyot yetmezliği olan bölgelerde ise el ile fark edilebilen nodül sıklığı o toplumun % 25’ni bulur. El ile fark edilemeyen küçük nodül sıklığı ise daha fazladır ve ultrason ile tiroid bezleri incelendiğinde veya tarama yapıldığında toplumdaki % 50-60 kişide nodül saptanır. Bunun anlamı neredeyse her iki kişiden birisinde nodül olmasıdır. Ancak kişilerin çoğu bundan habersizdir. İyot yetmezliği olan bölgelerde nodüler guatr 2-3 kat daha fazla görülür.

Nodül Sıklığı yaşla Birlikte Artış Gösterir

Nodül sıklığı yaşla birlikte artar ve kadınlarda erkeklere göre 4 kat daha fazla bulunur. 
Gebelikte tiroid nodülü çapında artma ve yeni nodül oluşumu sıklığında artış vardır. 

Sıcak veya Soğuk Nodül Ne Demektir?

Bir nodülün sıcak veya soğuk olması sintigrafi tetkiki ile ortaya konan bir durumdur. Tiroid sintigrafisi teknesyum 99 isimli bir radyoizotop madde ile çekilir. Damardan verilen bu ilaç tiroid bezine gider. Eğer nodül bu maddeyi tutmaz ise sintigrafi filminde nodül bir boşluk olarak görülür. İlacı içine almayan bu nodüllere ‘’soğuk nodül’’ adı verilir. Verilen ilacı tutan nodüller ise sintigrafide siyah bir şekilde ortaya çıkar. Teknesyumu tutan bu nodüllere ise ‘’sıcak nodül’’ adı verilir. Eğer nodül diğer tiroid dokusuna benzer şekilde ilaç tutarsa bu nodüle ‘’ılık nodül’’ adı verilir. 

Soğuk nodüllerde kanser oranı sıcak nodüllere göre daha fazladır. Buna rağmen sıcak nodüllerde de kanser olabilir. Bu nedenle bütün nodüllere sıcak veya soğuk olsun mutlaka biyopsi yapılmalıdır. Biyopsi iki defa yapıldığı halde iyi huylu çıkanlarda anormal gelişim olmadıkça tekrar biyopsi yapmanın anlamı yoktur.

Kistik Nodül veya Solit Nodül Ne Demektir?

Nodüllerin bir kısmının içinde sıvı birikir ve bunlara kistik nodül adı verilir. İçinde sıvı olmayan sert nodüllere ise solit veya sert nodül adı verilir. Bir nodülün kistik veya solit olup olmadığı tiroid ultrasonu ile anlaşılır. 

Tek Nodül veya Çok Nodül Ne Demektir?

Tiroid bezinde bazen tek nodül, bazen birden fazla nodül olabilir. Tiroid bezinde tek nodül de olsa çok nodül de olsa tiroid kanser oranı % 5’dir. 

Her Nodül Ameliyat Gerektirmez

Nodüler guatrı olan her hastanın ameliyat edilmesi şart değildir. Ameliyat sonrası birkaç yıl içinde %20-30 hastada tekrar nodül gelişmektedir. Bu nedenle ameliyat edilmesi gereken nodüller kanser şüphesi olan nodüllerdir. Bir nodülde kanser olup olmadığı ancak nodüle iğne batırılarak yapılan biyopsi ile anlaşılır. Biyopside kanser yoksa özellikle küçük nodüller için (çapı 2,5 cm den küçük) ameliyat gereksizdir. Ameliyat, ancak biyopside kanser çıkarsa veya kanser yönünden şüphe varsa veya nodül çok büyükse (3cm ve üzeri) o zaman düşünülür. İğne biyopsisinin devreye girmesiyle artık lüzumsuz yere ameliyat olma dönemi kapanmıştır. 

Bu nedenle bütün nodüllerde (sıcak veya soğuk olması fark etmez) biyopsi yapılması gerekir. Nodül küçükse biyopsi ultrason altında yapılır. İyi huylu çıkan bir nodülde böylece lüzumsuz yere yapılacak ameliyattan kurtulunmuş olur. Nodül iyi huylu çıktığı halde gittikçe büyüyorsa veya etrafındaki dokulara baskı belirtileri varsa bu nodüllerde ameliyat gerekebilir.

Nodül saptanan hastaların ilk önce Endokrinoloji uzmanına başvurmaları ve bu uzmanların önerisi doğrultusunda tedavilerini yaptırmaları gerekir. 

Nodüllerde Kanser Sıklığı Ne Kadardır?

Nodüllerin yaklaşık yarısı tiroid bezinde tek nodül olarak bulunurken, geri kalan yarısı ise birden fazla nodül halinde vardır. Yani bazı hastaların bezinde tek nodül varken bazen birden fazla nodül bulunur. El ile yapılan muayenede tek nodül olan hastalarda tiroid ultrasonu yapıldığında daha küçük ilave nodüller de saptanabilir. Tiroid bezinde tek nodül de olsa çok nodül de olsa tüm nodüllerde % 5 oranında kanser olma riski vardır. Sıcak nodüller de kanser sıklığı az ( % 0.23) olmasına rağmen yine de kanser riski vardır. Soğuk nodüllerde kanser riski daha fazladır ( % 5 kadar). 

Hangi Tiroid Nodüllerinde Kanser Olasılığı Yüksektir?

Nodülü olan bir hastada gittikçe ilerleyen yemek yeme zorluğu, ses kalınlaşması veya nefes almada zorluk kanser olma şüphesini artırır. Ancak, kanser olmayan nodüller sinire baskı yaparak ses kalınlaşması yapabilir.

Önceki yıllarda baş veya boyuna yönelik ışın tedavisi (radyoterapi) alan nodüler guatrlı hastalarda ve ailesinde tiroid kanser hikayesi olanlarda kansere eğilim artar. 
Nodüler guatr kadınlarda erkeklere göre dört kat daha fazla görülür. Ancak tiroid kanseri erkeklerde daha çok görülür. 

Erkek olmak, 20 yaşından önce ve 60 yaşından sonra birden nodül gelişmesi kanser için risk oluşturur. Erkeklerdeki nodüllerin % 8’inde kanser saptanırken kadınlarda bu oran %4-5’tir. 

Yavaş veya ani başlayan ağrı veya hassasiyet nodül veya kist içine olan kanama nedeniyle olabilir veya ağrı tiroid bezi iltihabı nedeniyle de gelişebilir ve bu durum habis olmayan bir olaya işaret eder. Ancak bazen yayılmış kanserde de ağrı olabilir.
Nodüler guatrlı bir hastada boyundaki lenf bezlerinin şişmesi, nodülün sert olması, hareket etmemesi ve hızlı bir şekilde büyümesi kanser şüphesini artırır. Nodüllü hastalar Levotiroksin ilacı kullanırken nodül gittikçe büyüyorsa kanser şüphesi artar. Bu nodüllerde tekrar biyopsi yapmak gerekir. Çocuklarda nodül saptanması kanser riskini artırır. Bu nedenle mutlaka biyopsi yapılmalıdır. 

TEDAVİ

Tedavi için Mutlaka bir ENDOKRIN UZMANINA başvurunuz.

KAYNAK: Prof Dr Metin Özata, 99 Sayfada Tiroid Hastaliklari, İş bankası yayını, 2008


ALINTI

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Mastektomi Nedir

Mastektomi Nedir


Mastektomi kısaca memenin alınması demektir. Ancak meme kanseri ameliyatında, her zaman memenin alınması gereği duyulmayabilir. Cerrahlar olanaklar el verdiği ölçüde ameliyatla memeden alınacak parçanın az olmasına özen gösterirler. Yanlızca tümörün alınması memenin büyüklüğünde ve biçiminde az bir değişikliğe yol açar. Ancak her tümör için aynı durum söz konusu değildir. Ameliyatı yapacak olan doktorlar, genellikle durumu hastaya açıp en başarılı işlemin hangisi olacağını belirtirler.


Tömörektomi : Yanlızca tömörün alınması


Wedge Kesiti : Tümörle birlikte çevresindeki dokunun alınması


Kısmi Mastektomi : Memenin yarıya yakın kısmının alınması


Basit ya da Tam Mastektomi : Memenin ve bazı koltukaltı bezlerinin alınması


Radikal Mastektomi: Memenin ve büyük koltukaltı bezlerinin alınması

15 Temmuz 2011 Cuma

Karaciğer kanseri nedir?

Karaciğer insan bedenindeki en hayati, en büyük organlardan biridir.


Karaciğerin insan bedenindeki fonksiyonları nelerdir?

• Karaciğer, kişinin bedeninden zararlı maddelerin uzaklaştırılmasını sağlar.
• Karaciğer, safra üretimini gerçekleştirerek yağların sindirilmesini sağlar.
• Kişinin bedeninde enerji olarak kullanılan şeker miktarı karaciğerde depolanmaktadır.
• Bedendeki hücreler için yapıtaşı olan birçok proteinin üretimi karaciğerde yapmaktadır.



Karaciğer kanseri, kişinin karaciğerlerindeki hücrelerde meydana gelen anormal derecedeki büyümedir. Bu tür anormal büyümeler çoğunlukla tümör olarak adlandırılır.


İki tür karaciğer kanseri mevcuttur
Primer karaciğer kanseri
Sekonder karaciğer kanseri
Primer karaciğer kanseri:
Karaciğerde bulunan hücrelerde başlamaktadır ve en sık rastlanılan karaciğer kanseri türüdür
İlk belirtiler çoğunluklar siroz ve hepatit B veya C enfeksiyonları ile bağlantılı olarak kendini gösterir.
Sekonder karaciğer kanseri
Var olan kanser vücudun baksa bölgelerinde başlamış ve sonradan karaciğeri sarmış ise karaciğer kanseri sekonder olarak tanımlanır.
Sekonder karaciğer kanseri, akciğerler, göğüs ve kalın bağırsak organlarının ilk görüldüğü organlardır. Ayrıca bkz  Karaciğer Kanseri