kapitalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kapitalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Temmuz 2013 Perşembe

Sömürü Düzeni

Tekasür / Çoğaltma yarışı  nedir?


Emeği sömürmeye dayalı bir sistemdir.

Şöyle ki: patron maliyeti düşürmek için her şeyden kısmayı ister bu işçi ücretleri içinde geçerlidir. Böylece üretilen mamülün (üretilmiş mal) birim fiyatını da düşürüp piyasaya daha çok hakim olma/ Melikleşme durumunu kolaylaştır.



Diğer taraftan emekçiler de daha insancıl bir yaşam için ücretlerinin yükselmesi için uğraşır; sendikalar, dernekler, partiler gibi. 

Anlayacağınız, Sömürü sisteminde patron emek olmadan, emeği sömürmeden patron olamaz.



Devlet nedir ?


Günümüzde Devlet, sermayenin zengin sınıfı arasında deveran ettiği, o ülke sınırlarındaki ezen ve ezilen iki sınıf arasındaki egemen sınıfın yani patronların baskı aygıtıdır. Nitekim yasalarla kendi sömürü düzenini yasallaştırır. İşçilerin eylemlerine karşı baskı yasalarını egemen olduğu yasaları parlementodan çıkarır. 

Örnek: Sendikaların yasaklanması, Var olan işçilerinin sendikalaşmasına izin vermeme, Ceza kanunları, Mezarda emeklilik yasası vs.

Gümrük Nedir ? 

Gümrük anlaşması yapılan ülke sınırları,  ihracat yapan ülkenin milli sermayesinin kendi pazarını belirlediği sınırdır. O sınırı yani kendi piyasasını koruyabilmek için gümrük yasaları belirlenmiştir. Diğer ülkelerin ürünlerinin kendi piyasasını tehdit edemeyecek fiyatlarla içeri girmesi için belirlediği yüksek vergiler vardır. Bu sayede kendi piyasasını korumuş olur. Aynı zamanda sermaye kendi piyasasını koruyacak bir orduya da ihtiyaç duyar. Elinde tutuğu devlet yapısıyla ve yayın organlarıyla insanları kandırmaya başlar.

Bu kandırma kurgusu, bazen milliyetçiliği bazen dini, bazende sosyal şovenistliği kullanır. Bu düşüncelerle kandırdığı insanları canla başla savaşacak yiğit askerler elde etmiş olur. 

Milliyetin için savaştığını sanırsın ama aslında sermayenin kendi piyasasını koruması için savaşırsın. Hiçbir işgalci güç işgal ettiği ülkenin bakkalın kasabın vb. gibi küçük esnaf ve emekçilerin mallarına el koymaz; İşgalci güçlerin asıl amacı yer altı ve yer üstü zenginlikleri ele geçirmektir. Hammadde piyasasını ellerinde tutmaktır. Aslında işgal edildik derken işgal edilen şey bizi dün sömüren zenginlerin piyasasıdır, bizim evimiz işimiz bakkalımız değil…

Durum böyleyken biz kim için savaşmış oluyoruz, biz ne için ölmüş oluyoruz ? Siz hiç villadan çıkan şehit cenazesi gördünüz mü?

***

Şimdi de gayrı safi milli hasıla neymiş ona bakalım ...

GSMH yalanı … 

Türkiyedeki paranın hepsinin sahibi olduğum halde,insanları kandırmak için kendi paramı kağıt üzerinde 75 milyona bölme durumudur.

***

Ticaret, kar yapmaya ve özellikle insan ihtiyaçlarını gidermeye dayalıdır.Sadece kar yapmaya dayanan ticaret ise; Küçük esnaftan, bankalara, devlet işleyişine kadar; kar yoksa (dolaylı yada dolaysız) o işi asla yapmaz.

***


1. dünya savaşı ve öncesi üretim araçları şimdiye göre daha ilkeldi. Üretilen ürünler insan emeği ve makineler sayesinde üretiliyordu… Örneğin bir arabayı üretmek yüzlerce işçiyle yapılıyordu ve aynı fabrika yüzlerce arabayı üretmek için binlerce işçiye ihtiyaç duyuyordu. Ama şimdi makineler çok gelişti ve neredeyse birkaç işçiyle, gelişmiş robotlarla çok daha kısa sürede çok daha fazla araba üretilebiliniyor. Artık patronlar işçiye ihtiyaç duymuyor ve işsizlik her geçen yıl artıyor…

Tekasür Hastalığı ...

Bu kapitalizmin engelleyemediği bir durumdur; zira kar yapmayı düşünmek zorundadır. Sürekli artan işsizlik durumu günümüz sisteminin kronik hastalığıdır. İç dinamiğinde var olan ve kesinlikle durduramadığı, kendi yasaları gereği bu sorun asla engeleyemeyeceği bir hastalıktır. 

Gelişmiş makinelerle çok kısa sürede insanlığa yıllarca yetecek kadar ürün stokları üretilmektedir. Bu stokları satana kadar üretimi yavaşlatmak yada durdurmak zorundadır. 

Yadaaa ...

Yeni piyasalar ele geçirmek zorundadır ( savaş) eğer başka bir pazarı (ülkeyi) ele geçiremediyse stokları eritene kadar işçileri işten çıkarmak zorundadır. Sokakta işsiz kalan işçiler, gelirleri olmadığı için bu stokları alacak paraları olmadığı yada paraları az olduğu için bu stokları yavaş yavaş eritmek durumda kalırlar. Buna ekonomik kriz dedir.

Bu kriz yıllarca sürebilir, sınırlandırılmamış kar hırsından dolayı üretim ile tüketim arasında denge yoktur. 

Patron için işçi, hem emeği sömürülecek insan, hemde satış yapacağı pazardır (halk). Yani hem çalıştırken sömürür hemde o malları mağazasında sana satar ve gene kar yapar… Yukarıda anlattığımız gibi hastalıklı yapıların kurduğu ve temelinde insan olmayan ekonomi asla ve asla adil olamaz. Krizleri asla ve asla engelleyemez. Bu krizler döneminde işsiz kalan işçiler ayaklanırlar. Şuan dünyada gördüğümüz duyduğumuz ayaklanmaların temel sebebi budur.

***

Her ekonomik yapının birde siyasal tarafı vardır; buna politika diyoruz.

Politika ....

Sermaye var olduğu bölgeyi (devlet) yönetecek halk ayaklanmalarını bastıracak bir mekanizması vardır. Bu mekanizmayı destekleyecek birde ideolojisi olmak zorundadır. Yukarıda anlattığımız milliyetçilik, sosyal demokratlık, din vb gibi araçları kullanır. Halkın birlik olması hiçbir zaman işine gelmez. 

Toplumu din ayrımcılığı, mezhep ayrımcılığı, millet ayrımcılığı gibi düşüncelerle ve zaman zaman birbirlerine karşı kışkırtarak bölmek ve parçalama yöntemlerini kullanır. Arap ülkelerinde neler olduğunu ABD'nin neler yaptığını biliyoruz. Pazarlara bomba koymalar, camileri bombalamalar ve suçu birbirlerine atmalar vs. Halkın ayaklanmasının muhtemel olduğu dönemlerde yada kardeşliğin artmaya başladığı dönemlerde devletler bunu hep yapmıştır.

***

Şöyle bir örnek verelim ...

Bütün Türkiye piyasasını elinde tutan bir melikleşmiş bir fabrikalar sahibisin; Fabrikaların o kadar büyük ki tüm Avrupa'nın ve Afrika'nın ihtiyaçlarını senin Türkiyedeki büyük fabrikaların karşılıyor. Ülkende işsizlik olmaz; çünkü fabrikaların tıkır tıkır çalışıyordur.

Avrupa ve Afrika'ya malları sattığın için kendi ülkende bir ayaklanma çıkmasını istemezsin. İşçilerinin ücretlerini yüksek tutarsın, sosyal haklarını verirsin; eğer işçilerini sıkarsan ayaklanırlar ve seni devirebilirler. Dünyayı sömürmek istiyorsan kendi ülkenin refahını yükseltmek zorundasın ki bu dünyayı sömürdüğün paranın yanında devede kulak kalır…

Bunu seve seve verirsin. İşte gelişmişlik iddiasında olan ülkelerin kabaca genel durumu budur…

17 Aralık 2012 Pazartesi

Tekasür Hastalığı


Din ile toplama/biriktirme arzusu içiçe bir haldedir. Dindar, denilen kişiler, dini bir örtü gibi kullanırlar. Ahirete inanır gibilerdir ama onlar dünyayı severler. Dünyaya ve mal biriktirmeye daha fazla önem verdiklerini, bunun sonucu da daha zengin olduklarını görürüz. Kendine müslüman diyen ama tekasür hastalığına yakalananlar ...
Aslında konuya daha derin ve geniş bir çerçeveden baktığımızda, mal biriktirmenin temelinde insanın sınırsız hırsı olduğu kolayca görülür. Her insanın, yaşadığı ortamda aldığı terbiye ve eğitimin etkisiyle, az veya çok bu hırsa sahip olduğu görülür. Burada Tekasür ahlaksızlığından ziyade, Ehli Sünnet teolojisinin, nebi adına uydurulmuş hadisler ile insanın mal biriktirme hırsını daha teşvik ettiğini söyleyebiliriz. Ancak gerçek problem, mal biriktirmeden ziyade bu biriktirilen mal ve zenginliğin nerelere harcandığındadır. Bu konuda Şia Ahlakı ile Ehli Sünnet Ahlakı arasında bir fark yoktur ve diğer insanlara az  yardımı, Çoğunu kendilerine bırakmayı esas alır. Aynı şekilde Tekasür kültürün temelinde paylaşımcılık ve yardımlaşmadan söz etmek mümkün değildir. Çok azı hariç; zira hiç yardım alamayan aç insanlar isyan eder. Bu nedenle çok az yardım, kurulan sistemin işlemesi için gereklidir. İşte bu yönüyle Tekasür Hastalığı, gerçek İslam ile çatışmaktadır. Aslında Tekasürleşmenin temelinde bir din arandığında, buna en yakın dinin Hadu olanların (Yahudileşen) din yapıları olduğu görülecektir.
Tekasür kültürün temelinde sınırsız ihtiyaç, tüketim ve harcama olduğu gibi, aynı zamanda sınırsız bir hürriyet de vardır. Sınırsız hürriyet olacak ki, insan her türlü aile, ahlak, din, töre vs. gibi bağlardan kurtulup özgürce harcayabilecek. Bir delikanlı özgürlüğün büyüsüne kapılacak ki, keyfince yaşamasına karşı çıkan ana-babasına kafa tutabilsin. Kadın hakları olacak ki, ana olacak kadın evini beklemekten ve bir erkeğe mahkum olmaktan kurtulabilsin. Tekasürleşmiş kültürde kadın, örnek aldıkları eski Yunan Meleklerine (Tanrıçalarına) eş, sokak karnavallarında güzellik kraliçesi olmaya layıktır. Aile diye bir şey olmamalıdır ki her birey ayrı ayrı tüketsin. Hem çocuk da neymiş, kadın bu eziyete katlanamaz, güzelliği bozulur.
Kalbi hastalıklı kişilerde, Allah'a itaatkar mütevazi bir kul olup güçsüzleri düşünen değil, topladığı güçle, zenginlikle her şeye hükmeden, güçsüzleri sömüren, kendini Tanrılaştıran makbuldür. Tanrıya değil, güce (Uzza), zenginliğe (Menat) ve egoya dayanarak oluşturulan kanunlara (Lat) tapılır. Tevhidin tersi, çok tanrılı bir dindir. İnsana tapacak uğrunda hayatını feda edecek bir çok Tanrılar sunar. Bu dinin vicdanı rekabet, adaleti arz-taleptir. Vicdanen açları düşünmek şöyle dursun, açlık sınırının altındaki asgari ücret bile, çalışanlara çok görülür. Eğer bir yerde yüksek ücret varsa, bu bir hak olduğundan değil, her şeyi arz-talep düzenlemesinin sonucudur.
Kalbi hastalıklı kişilerin ürettiği mekanizmalar, Allah'a mütevazi bir kul olmayı reddederek, insanı Tanrı gibi güçlenip dünyaya hakim olmaya, bir anlamda tıpkı Firavun gibi Tanrılaşmaya zorlar. Aynı, Cennet gibi bir ortamda, insanı kandıran Şeytan simgesi gibi. “Bu meyveyı yersen siz iki Melik/Melek olacaksınız gibi ” diyen Şeytan misali. İşte dinde sakındırılan Şeytan gerçeğinin aslı. Tadılacak SECER insan hırsı, egosudur. Meyve gibi son derece tatlıdır. O’nun Cennet’i bu dünya olduğundan insana dünyayı, dünya saltanatını sunar. İnsanı gerçek Cenneti bozarak dünyaya indirgenmiştir. Gerçekte hırslarını yenen insan, cennette yaşar, onu İlah edinen hırslarının peşinde cehennem gibi bir hayat sürer. Demekki insan önce hırssız doğar, sonra onu şeytani bir ortam ayartır. Aynen Tin Suresi’nde anlatılan ilahi hikmet gibi  Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.”
Ehli Kitaplaşarak amacının dışına çıkan yapılarda, bir şeyin değeri para ile ölçüldüğünden insan, bilgi ve becerisinden ziyade, üzerinde taşıdığı gömleğin, gözlüğün, cep telefonunun, bindiği arabanın markasıyla değerlendirilir. Eğlence her şeyin önünde olduğundan, bir futbolcu veya bir şarkıcı; daima bir bilim adamından ve bir alimden daha fazla para eder.
Namus hiçbir değer etmezken ve aşağılanırken, kadının özellikle cinselliği her alanda ön plandadır. Ülke değerlerini ön planda tutan, tüyü bitmemiş yetimin hakkıdır diye haksız kazanca karşı çıkan dışlanırken, her türlü haksız kazancı cebe indirenler makbul olur. Haklı olan değil güçlü olan kazanır. Güzellikler yitirilir, sanat yozlaşır, beste güfte yok olur, geriye sadece tekerleme gibi bir ritm kalır. Tek gaye her ne şartla olursa olsun para kazanmak olduğundan gerektiğinde vatan, millet, namus, dost, her şey satılır. 
Bütün bunların sonucunda toplumda büyük bir yozlaşma başlar, aile dağılır, dostluklar bozulur ve birey yalnızlaşır. Milyonların yaşadığı metropollerde yalnızlık içinde kalan insan, fırtınalı engin bir okyanusta tek başına kalıp, sığınacak güvenli bir liman arar, ama bulamaz. Çünkü herkesin çok önemli bir işi vardır, derdi olan Darulaceze’yi aramalıdır. Muhabbet, parası olanlar arasında cafe barlarda veya altınlı günlerde olur. Öyle çatkapı kimse “komşu ben geldim” diyemez. Varlıklı olan her zevki tadar, normal kabul edilenler tat vermez olur, daha önceleri anormal denilenleri dener, yine mutlu olamaz. Sonunda toplumda, bazılarında yokluktan bazılarında çokluktan ruhsal problemler başlar ve hayattan hiçbir zevk almamaya başlayanlar ise, son olarak bir de intiharı denerler. 
Buradan şu açıkça anlaşılmaktadır ki; Allah kainatta, sahip olunduğunda insanın bütün dertlerini bitirip, onu son derece mutlu edecek bir şey yaratmamıştır. Bu ancak cennette mümkündür. Şirk dininde insanlar bu dünyada ilahlaştırılanlara yakın olmayı arzu ederler, onlara kul köle olmaya çalışırlar. Hem bu yakınlık çok zordur, hem de bu sahte ilahların diğer insanlara verecek hiçbir şeyi yoktur. Bu ilahlar hep almaya programlanmışlardır. Halbuki gerçek ilah ALLAH’a yakın olmak çok daha kolaydır. O ezilen güçsüz ve yoksullara daha yakındır. O’nun katında güçlü değil haklı olan üstündür.