Karşılıklı iletişimsizliğin, iletişim bozukluğunun veya kolaycılığın doğal bir sonucu olan yargılama, çoğu zaman ayağı yere sağlam basmayan bir olgu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu olgu özellikle bilgilenmenin olmadığı veya yanlış olduğu durumlarda daha da belirginleşmektedir.
Kültürel kirlenmenin medya aracılığıyla yoğun yaşandığı günümüzde, başkalarının elde etmiş olduğu yargılar insanlara sürekli enjekte edilmektedir. Böylece kitleler istenilen hedefe doğru daha kolayca yönlendirilebilmektedirler. “Her şey bizim için önceden düşünülmüş ve hazırlanmış olduğu için karşı çıkmak da faydasızdır.” önyargısı bu olayı daha da kolaylaştırmaktadır. İnsan olmanın temel öğesi olan irade olayı devreye girmediği için de bu kısır döngünün farkına varılamamakta, varılsa da önemsenmemektedir. Bu ortamda yoğun medya etkisi, ekonomik yetersizlik ve stres gibi çağdaş sorunlar da kitleleri bu yönde etkilemektedir. Bu nedenle yüzyıllar boyunca egemen olmuş ekoller hakkında bile “iyidir” veya “kötüdür” gibi basit yargılar elde edebilmek için yazılan kitaplar, yapılan yayınlar hala ilgi görebilmektedir.
Belli bir bilgi üzerinde şekillenmiş yargıyı çürütmek veya değiştirmek için dayandığı bilgi veya mantığı çürütmek gerekirken, önyargıyı değiştirmek çok zordur. Zira önyargının oluşumunda bilgi veya mantığa gereksinim yoktur. Önyargının oluşumu, kusmuğunu yavrusunun ağzına akıtıp, onun beslenmesine katkıda bulunan ana kuş-yavru kuş ilişkisine benzemektedir. Ana kuş yavrusunun gereksinimi olan besini hazır ürün olarak yavru kuşun ağzına akıtıyorsa, yargılar da kişi veya kitap aracılığıyla muhatabın beynine akıtılmaktadır. Böylece konu hakkında hiç bilgilenmemiş, fakat önyargıya sahip olarak şartlanmış bireyler ortaya çıkmaktadır.
Kişileri veya olayları doğru değerlendirebilmenin temel belirleyicisi, kişiler veya olaylar hakkında yeterli bilgiye sahip olmak ve o doğrultuda belli bir yargıya ulaşmaktır. Böylece altyapısı kuvvetlendirilmiş yargılarımız, gelecekte oluşacak bilgi ve yargılarımızın temelinin daha bilimsel bir çerçeveye oturtulmasına büyük katkıda bulunacaktır. Bilgilenmenin derecesi veya algılanmasında olan farklılıklar da muhakkak ki ulaşılan yargıların farklı olmasına etki edecektir. Fakat bu farklılık hiçbir zaman önyargının vereceği zararı vermeyecektir.
Geleneksel çizgiyi takip eden toplulukların bireylerini önyargılarla beslemeleri ise rastlantı değildir. Zira bu tip yapılarda, önyargı oluşumuyla geleneksellik ve değişime karşı çıkmak birbirini tamamlayan unsurlardır. Bu yüzden belli bir bilgilenme sürecini yaşamamış insanlar, önyargılarını ilahi bir dogma olarak kabullenmekte ve savunmaktadırlar. Bu durum, bir topluluğun, yazarın veya bilim adamının önceden oluşmuş önyargısı çerçevesinde olmaktadır. Önyargıların etkisinde kalınarak dünyaya bakıldığında ise belki de doğru ve yerinde söylenmiş söz veya yapılmış bir davranış, yanlış bir önyargının etkisinde kalınarak reddedilmiş olacaktır. Doğal olarak, bunun tersi bir durum da olasıdır. Doğru bir yargının etkisinde kalınarak çok yanlış bir şey de kabullenilmiş olabilir. Bu ikilemli duruma düşmemenin tek yolu, eşyanın doğasının, bireysel ve toplumsal ilişkilerin mantığının kavranması olan "hikmet" olgusu çerçevesinde olaya bakmaktır. Durağan önyargının karşısına, özgür düşüncenin yolunu açan hikmeti koymak, bilgilenme ve önbilgi için atılacak en büyük adım olacaktır. Bilgi üzerinde şekillenmiş yargılarımızın o zaman ayakları yere basacak, sağlam altyapıya sahip olduğu için yıkılmayacak ve gelişmesi de kolay olacaktır.
Önyargıların yanlış olabileceği gibi doğru olabilmesi, önyargı olgusunun yanlışlığını ortadan kaldırmaz. Önyargıya dönüşmüş bir doğru, yeni açılımların veya düşüncelerin önünde büyük bir engele de dönüşebilir. Bu yüzden elde edilen bilgi veya yargıların doğruluğundan ziyade, her an sorgulanabilir olması daha da önemlidir. Bir yargıya veya bir doğruya ulaşmak için çaba, çalışma ve özveri gerekmektedir. Kitaba sahip bir kültürün bağlıları olmamıza rağmen kitabın günlük hayatımızda ya bir suç unsuru ya da kitaplık süsü olarak algılanmasının bir sonucu olarak bilgi edinme ve bilgilenmede son derece yetersiz durumda olunduğu da bir gerçektir. Bir gereksinim olarak beliren bilgilenme süreci bu sebeple yetersiz oluşmakta, bireyler hazır çözümlerde çare aramaktadırlar. İşin kolaycılığı veya uyanıklığı olarak niteleyebileceğimiz bu olay bütün önyargı ve önbilgi ikilemini içerisinde barındırmaktadır.
İnsanın yaşamı boyunca sahip olduğu düşünceleri sürekli olarak sorgulaması ve sağlamlaştırması için belli bir birikim ve düşünsel güce gereksinim vardır. Varılacak olan yargılar da o zaman hem belli bir temel üzerinde şekillenecek hem de yeni yargılara sağlam bir altyapı oluşturacaktır. Bilimsel düşünüşün temeli bilgi ve bilgilenme ile başladığından, bu süreçte yargıya ulaşma sonuç değil, sadece sonsuza giden düşünüş içerisinde sürekli sorgulanması ve araştırılması gereken bir geçiş noktasıdır.
Ali Şeriati, “bilgi, bilinç ve eylem” üçlüsünün temeline bilgiyi koymuştur. Bilgilenme öncesi bilinçlenme sağlanmışsa ondan sonraki bilgilenmeler de genelde o bilinçlenmeyi haklı çıkaracak doğrultuda olacaktır. Dolayısıyla doğruluktaki isabet derecesi, bilincin doğruluğu oranında olacaktır. Sağlıklı düşünen insanda önyargının yeri yoktur. İnsanları önyargıdan oluşan bir düşünsel yapıya sokmaktansa, onlara birtakım önbilgileri vermek düşünsel gelişimlerine büyük bir katkıdır. Böylece bireylerin hem düşünsel egzersiz yapmaları hem de bizim varamadığımız yeni açılımlara varması sağlanacaktır. Bu olay karşılıklı iletişim oluşturulduğu takdirde bir yansıma mekanizmasının oluşmasını sağlar. Karşılıklı kurulan bu mekanizma yeni bilgi ve yorumların oluşmasına etki edecek ve etken kişiliklerin oluşmasının zeminini hazırlayacaktır.
Sözün özü: “Eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da sonra işlediklerinize pişman olursunuz” (49/6)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder