22 Temmuz 2013 Pazartesi

ALLAHIN GAYB BİLGİSİ



Kulların özgürce işledikleri işlerinin Allah’a nisbeti

Meşîet

“مشيئة  Meşîet”, Türkçeye de aynen Arapçadaki anlamıyla geçmiş olan bir sözcüktür. Sözlük anlamı “Bir şey üzerinde karar vererek onu yapmaya azmetmek” olup “إرادة irade” sözcüğü ile eş anlamlıdır. Sadece kullanım alanlarında ince bir fark vardır; İrâde uzun zamanda istemek, dilemek; planlamak için kullanılırken meşîet vücuda getirme anındaki isteği ifade eder. Bu durumda nasıl “İrade” Allah’ın sıfatlarından biri ise, “Meşîet” de Allah’ın ilim ve kudret sıfatlarından başka ayrı bir sıfatıdır. Ancak dinî gelenekte Allah’ın bu sıfatı belirtilirken “Meşiet” değil de daha çok “İrade” kullanılmış ve kullanılmaktadır.

İrade sahibi bir varlığın, elindeki seçeneklerden birini tercih etmesi, elindeki seçeneklerden biri üzerinde karar vermesi demek olan irade/ meşîet sıfatı, Allah için şöyle ifade edilebilir: “Meşîet, Allah’ın olabilecek veya olmayabilecek her şeyi, dilediği zamanda ve dilediği niteliklerde yapması veya yapmaması”dır. Bu tanım, evrendeki olmuş veya olacak her şeyin Allah’ın dilemesiyle olduğunu ve olacağını, O’nun her dilediğinin mutlaka olacağını, dilemediğinin ise asla olmayacağını bildiren şu ayetlerle de Kur’an’dan destek almaktadır:

47Meryem; “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. Allah; “Öyledir! Allah dilediği şeyi oluşturur; O, bir işe karar verdiği zaman onun için ‘Ol!’ der, o da hemen olur” dedi.
                                                                                            (Âl-i Imran/ 47)           

82Şüphesiz ki O, bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu/ işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir.
                                                                                                  (Ya Sin/ 82)          

Allah İnsanlara İnanç Özgürlüğü Tanımıştır

Nitelikleri yukarıda açıklanmaya çalışılan ölçülerde bir Meşiet/ İrade sahibi olan Allah, bu sıfatından kapasiteleri nispetinde insanlara da bahşetmiş ve insanlara özgür iradeleri ile seçme hakkı tanımıştır. Rabbimiz rahmeti gereği, elçi göndermiş, kitap indirmiş; iyi yolu, kötü yolu açıkça orta koymuş donra da istediğinizi seçin demiştir. İnanç ve amel özgürlüğünün temeli Allah’ın bu konudaki meşietidir.

Herkesçe bilinen bir gerçektir ki, insanların baskıyla bir şeye inandırılmaları veya inanmaktan vazgeçirilmeleri mümkün değildir. İnanç bir gönül işidir. Bundan dolayıdır ki, insanların ne kalplerine nüfuz etmek, ne de beyinlerini kontrol etmek mümkündür. İnanç konusunda insanları zorlamanın ikiyüzlü kimseler üretmekten başka bir işe yaramadığı da insanlık tecrübeleriyle sabittir. Ayrıca جبر cebr/ zorlama ve baskı imtihan esprisine de aykırıdır. O nedenle Yüce Rabbimiz insanları bu konuda özgür bırakmıştır. Bakara/ 256, Hud/ 15, 28, Kâfirun/ 6, Yunus/ 99, 108, Teğâbün/ 2, Kehf/ 29, Zümer/ 7, 15, Fussılet/ 40, İnsan/ 2, 3, Nahl/ 9, 36, 93, Secde/ 13, Maide/ 48, İsra/ 15, 18, Şûra/ 20, En’âm/ 35, Rad/ 31, Şuara/ 3, 4’de görülebilir.

Saptıran da, Hidayete Erdiren de Sadece Allah’tır

Allah’ın insanı özgür bıraktığı Kur’an ile tespit edildikten sonra, bir başka konunun da iyi anlaşılması gerekir. Bu, saptıran da hidayete erdiren de sadece Allah olduğu konusudur. Zira “Meşiet” kavramını tüm boyutları ile incelememiş olanlar, saptırma ve hidayet konusunda yanılmakta ve “dalâlet ve hidayetin herhangi bir esasa ve kurala bağlı olmadığını, Allah’ın rastgele birilerini saptırdığını, kimilerini de rastgele hidayete erdirdiğini” ileri sürebilmektedirler. Oysa Allah’ın durup dururken bir kimseyi saptıracağını iddia etmek, Allah’a zulüm yakıştırmak olur ki, Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez. Zaten konu detaylı araştırıldığında işin öyle olmadığı anlaşılacaktır. Önce iki örnek verelim:

8Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/ dileyeni şaşırtır, dilediğine/ dileyene de kılavuzluk eder. Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.
                                                                                                               (Fatır/ 8)

(Benzer ayetler: En’âm/ 39, İbrahim/ 4, Nahl/ 93, Müddessir/ 31)
46Andolsun ki Biz, açıkça ortaya koyan âyetler indirdik. Ve Allah, dileyen kimseyi dosdoğru yola iletir.
                                                                                              (Nur/ 46)          

(Benzer ayetler: Bakara/ 142, 213, 272, En’âm/ 88, Yunus/ 25, Hacc/ 16, Nur/ 35, Kasas/ 56, Fatır/ 22, Zümer/ 23, Şûra/ 13)

Görüldüğü gibi, bu ayetlerde Allah’ın kudret sıfatı öne çıkarılarak her şeye güç yetiren Allah’ın dilediğini saptırdığı, dilediğini de doğru yola ilettiği ifade edilmiştir. Ancak dikkat edilirse bu ayetler rastgeleliği değil, bir seçimi [meşieti/ iradeyi] ifade ederler.

Doğru bakılırsa, Yüce Allah’ın saptırma ve hidayete erdirmeyi rastgele dilemediği Kur’an’da açıkça görülür:

            Allah’ın Hidayet Edeceği Kimseler

            – Kendilerini değiştirmek isteyenler (Ra’d/ 11, Enfal/ 3)
           – Müminler (Muhammed/ 46, Meryem/ 76, Hacc/ 54, Tövbe/ 124, İbrahim/ 27, Müddessir/ 31, Hucurat/ 7, 8, Bakara 26, Enfal/ 2, Nahl/ 102, Nur/ 55, Zümer/ 23, Fetih/ 4, Zariyat/ 55)
            – Tağuttan kaçınanlar (Zümer/ 17, 18)
            – Allah’a yönelip O’na sarılanlar (Şûra/ 13, Zümer/ 17, Ra’d/ 27, Âl-i Imran/ 101)
            – Salih amelde bulunanlar (Şûra/ 23)
            – Fakirlere yardım edenler (Leyl/ 5-7)
            – Cihat edenler (Ankebut/ 69)
            – Sözü dinleyip en güzeline uyanlar (Zümer/ 18)

            Allah’ın Saptıracağı Kimseler

            – Kâfirler (Mümin/ 74, Nisa/ 155, Tövbe/ 37, Nahl/ 107, Meryem/ 83, Müddessir/ 31)
            – Ahirete inanmayanlar (İsra/ 45)
            – Ayetlere inanmayanlar (Nahl/ 104)
            – Zalimler (İbrahim/ 27, Tövbe/ 109, En’âm/ 129)
            – Münafıklar (Nisa/ 82)
            – Fasıklar (Saff/ 5, Bakara/ 26, Maide/ 108, Tövbe/ 80, Münafikun/ 6)
            – Kalplerinde hastalık olanlar (Bakara/ 10, Tövbe/ 124, 125, Müddessir/ 31, Hacc/ 53)
            – Mücrimler (Hicr/ 11-13)
            -Düşünmeyenler, öğrenmeyenler (Tövbe/ 127, Rum/ 59, Yunus/ 100, A’râf/ 179)
            – Dünya hayatını tercih edenler (Nahl/ 107)
            – Haddi aşanlar (Mümin/ 10, 12, 28, 34, Yunus/ 74, 20, 125-127)
            – Kur’an’dan yüz çevirenler (Zühruf/ 36, 37)
            – Allah’ı unutanlar (Haşr/ 19)
            – Cimriler (Tövbe/ 76, 77)
            – Kibirliler (Mümin/ 35)
            – Müstağniler (Leyl/ 8-10, Abese/ 5-7, Alak/ 6, 7)
            – Zorbalar (Mümin/ 35, İbrahim/ 13, 16)
            – Yalancılar (Zümer/ 3, Bakara/ 10, Tövbe/ 77, Nahl/ 36, Mümin/ 28, Leyl/ 8-10)
            – Nankörler (Bakara/ 276, Hacc/ 38, Lokman/ 32, Sebe/ 17, Fatır/ 36, Kaf/ 24, İsra/ 27, Zümer/ 3)
            – Şüpheciler (Mümin/ 34)

            Allah Evrendeki Her Şeyin ve Her İşin Yaratıcısıdır

Kelâm ilminde “Kulların Yaptığı İşlerin Yaratılması” başlığı altında temel konulardan biri olarak ele alınmıştır. Üzerinde uzun tartışmalar yapılmış olan bu konuda Mutezile, Kaderiyye, Cebriyye, Cehmiyye, Eşariyye ve Maturidiyye gibi ekoller oluşmuş ve her mezhep kendine göre aklî ve naklî kaynaklar ileri sürmüştür. İlgilenenler, Kelâm kitapları sayfalarında yapılan bu tartışmaları “Mevkıfu’l-Beşer Tahte Sultani’l-Kader”, “Şerh-i Mevakıf”, “Şerh-i Makasıt”, “Şerh-i Akaid”, “Fıkh-ı Ekber” “Aliyyü’l-Kari Şerhi” ve “Kitabu’t-Tevhid” adlı kitaplardan detaylı olarak okuyabilirler.

Bu konunun üzerinde ihtilaf ve tartışma olmayan birinci ilkesi, bir tek olan, ortağı ve benzeri olmayan, ibadete lâyık tek yaratıcı olan Allah’ın, madde-enerji, canlı-cansız tüm varlıkların yaratıcısı olduğu gibi, bu varlıkların yaptıkları işlerin de yaratıcısı olduğudur. Bunlar ister uyumak, düşünmek, büyümek, kalp atışı gibi irade edilmeksizin [irade dışı] yapılan işler olsun, isterse iyi-kötü, güzel-çirkin, hayır-şer gibi niteliklere sahip, insanın kendi seçimiyle yapılan işler olsun, bütün fiillerin yaratıcısı Allah’tır.

95,96İbrâhîm; ‘Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah oluşturmuştur’ dedi.
                                                                                             (Saffat/ 95, 96)           

102İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin oluşturucusudur. Öyleyse, O’na kulluk edin. O, her şey üzerine belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayandır.
                                                                                            (En’âm/ 102)   

16De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Allah’ın astlarından o kendi kendilerine yarar sağlamaya ve zarar vermeye gücü olmayanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Ya da Allah’a, O’nun gibi oluşturan birtakım ortaklar buldular da, bu oluşturma kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah, her şeyin oluşturucusudur. Ve O, birdir, her şeye üstün ve kahredicidir.”
                                                                                                 (Ra’d/ 16)   

62Allah, her şeyin oluşturucusudur. O, her şeyin “belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”ıdır.
                                                                                            (Zümer/ 62)     

62İşte, her şeyin oluşturucusu Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O hâlde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!
                                                                                             (Mümin/ 62)   

Görüldüğü gibi, Yüce Allah, ilâhlığının olmazsa olmaz bir gereği olarak her şeyin ve her işin asıl yaratıcısıdır. Dolayısıyla dalâleti de, hidayeti de hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Ne var ki, dalâlet ve hidayet şeklindeki bu iki yaratılandan herhangi birini tercih eden ve o yönde davranışta bulunan ise insandır. Bu, her fiilin yaratıcısının Allah, her fiilin kasip ve failinin ise insan olduğu anlamına gelmektedir. Allah kullarına kabiliyet ve imkânlar vermiş, onların iradelerini özgür kılmıştır. Seçim yapabilecek bir ortamın olmaması hâlinde özgür iradenin bir anlamı olmayacağı için de insana dalâlet ve hidayetin birlikte bulunduğu seçim yapılabilecek bir ortam yaratarak iradesini ortaya koyma imkanı vermiştir. Yukarıda Zümer suresinin 7. ayetinde de gördüğümüz gibi, Allah kullarının kötü eylemlerde bulunmalarını istememektedir. Ancak özgür bıraktığı kulun seçimine de engel olmamaktadır. Her şeyi kendi bilgisi, kontrolü ve tasarrufunda bulunduran Allah, kullarının kendi istekleriyle de olsa dalâleti seçmelerine razı olmamakta, onlara verdiği seçme yetisini gözeterek memnun olmadığı hâlde kullarının bu tercihlerine izin vermektedir.

            Kur’an’da aslında kullar tarafından işlenmiş iyi ve kötü birçok fiilin faili olarak Allah’ın görünmesi işte bu yüzdendir, yani Allah’ın kullarının işlediği fiillerin yaratıcısı olması sebebiyledir. Yoksa Allah’ın cebir uygulayarak insanı o işi yapmaya mahkûm etmesinden değildir.

Aşağıdaki ayetlere bu anlayışla bakıldığında görülecektir ki, asıl failler insanlardır:

100Allah’ın izni/ bilgisi olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve Allah, kirliliği/ azabı aklını kullanmayanların üzerine bırakır.
                                                                                                (Yunus/ 100)           

125Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle, Allah, pisliği [zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine bırakır/ atar.
                                                                                            (En’âm/ 125)   

53Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah’ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah’ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir.
                                                                                                (Enfal/ 53)   

11Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah’ın işinden olarak–,onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O’nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.
                                                                                                (Rad/ 11)     

14Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
                                                                                       (Muttaffifin/ 14)   

88Ve onlar, “Bizim kalplerimiz kılıflıdır/ hiçbir şey işlemez” dediler. Aksine; Allah, gerçeği bilerek reddetmelerinden dolayı onları dışlamış/ rahmetinden mahrum bırakmıştır. Bundan dolayı pek azı iman eder!
                                                                                             (Bakara/ 88)    

16Ve Biz, bir ülkeyi değişime/ yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz.
                                                                                                    (İsra/ 16)  

Ve A’râf/ 94-102, Yunus/ 74, En’âm/ 25, 42-46, Nahl/ 104-109, Bakara/ 93, Nisa/ 155-159, Münafikun/ 1-11, Saff/ 5 ve Tövbe/ 86,87, 93.

Yukarıdaki ayetler bize şu gerçeği anlatmaktadır: İnsanlar, kalpleri, kulakları Allah tarafından damgalandığı için kâfir olmazlar; bilakis kâfir oldukları için kalplerini, kulaklarını ilme ve uyarıya kapamak suretiyle kendi kendilerini damgalarlar. Çünkü kâfirler, kendi akıllarına çok güvendikleri için Allah’ın uyarılarını dinlemez ve peygamberi küçümserler; böyle yapmakla akıllarını da doğru kullanmamış olurlar. Yüce Allah ise insanların bu duruma kendi hür iradeleri ile düşmelerine izin verir, böylece küfür yolunu seçmiş olan bu insanların kalplerini mühürlemiş olur.

Zaten batıl inançlara dalan, kendini müstağni gören, zevk ve sefaya dalan, hevasını ilâh edinen bu tür insanlar, kalplerini, kulaklarını tıkayarak gönüllerine başka bir inancın girmesine izin vermezler. Saydığımız özellikleri nedeniyle kalplerini ve kulaklarını mühürlediklerinden, peygamberle yan yana gelseler, Kitab’ı alıp okusalar bile ayetlerden etkilenmezler. Çünkü kalpleri taşlaşmış hatta taştan daha beter bir katılık kazanmıştır. Bu gerçekleri ayrıntılı olarak şu ayetlerde görmekteyiz:

111Ve eğer Biz, şüphesiz onlara birtakım güçler indirseydik, onlara ölüler söz söyleseydi ve her şeyi karşılarına toplasaydık, –Allah’ın dilemesi dışında–yine inanmayacaklardı. Velâkin onların çoğu cahillik ediyorlar.
                                                                                     (En’âm/ 111)          

5Ve onlar: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/ zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, yapabileceğini yap, biz de gerçekten yapıyoruz” dediler.
                                                                                                  (Fussılet/ 5)

45Kur’ân öğrenip-öğrettiğin zaman seninle âhirete inanmayanlar arasında görünmez/ gizli bir perde yaptık.

46Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık yaptık. Ve sen Kur’ân’da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler.

47Biz, onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin, “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliriz
                                                                                       (İsra/ 45-47)         

31Ve şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’ân’a inanmayız, ondan öncekine de…” dediler. Sen şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Zaafa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü’min kimseler olurduk” diyecekler.
                                                                                     (Sebe/ 31)   

27-29,31Yine o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Ona Rabbinden bir alâmet/ gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah’ı anmakla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler, yalnız ve yalnız Allah’ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah’ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah’ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/ miadını şaşırmaz
                                                                                        (Rad/ 27-29, 31)  

179Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir.
                                                                                              (A’râf/ 179)   

103Allah, “bahîre”den, “sâibe”den, “vasîle”den ve “hâm”dan hiç birini öngörmemiştir. Ancak kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, Allah’a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Ve onların pek çoğu akıl erdirmez.
                                                                                                (Maide/ 103)

12Şüphesiz Allah, iman edip sâlih amellerde bulunan kimseleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. İnkâr eden kimseler ise, kazançlanırlar ve etinden, sütünden yararlanılan hayvanların yemesi gibi yerler, Ateş de onlar için bir konaklama yeridir.
                                                                                         (Muhammed/ 12)

10Ve andolsun ki Biz, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.
11Ve onlara herhangi bir elçi gelmeye görsün, kesinlikle onunla alay ederlerdi.
13Onlar indirilen kitaba/ gönderilen elçiye inanmazlar, oysa ki evvelkiler ile ilgili yasamız/ uygulamamız geçmiştir, size bildirilmiştir.
14,15Ve Biz, onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile, kesinlikle “Gözlerimiz döndürüldü/ bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir.
                                                                                     (Hicr/ 10-11, 13-15)           

146Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.–
                                                                                       (A’râf/ 146)          

Kısacası Allah, şer ve hayrı yaptıran değil yaratandır.

İlm-i İlahinin Ef’al-i  ibade  Etkisi (Allah’ın bilgisinin kulların işlerine etkisi)

 Âyetlerde iman etmenin de, inkâr etmenin de insanın hür irâdesine bırakıldığı ve cennete  girmenin  de,  cehennemi  hak  etmenin de, kişinin  yaptıklarının  sonuçları olduğu açık  bir  şekilde  anlatılmaktadır.  Allah’ın,  yaptıklarımızı  önceden  bilmiş  olması, bizi, o yaptıklarımızı yapmaya zorladığı anlamında değildir. Bilakis Allah’ın bilgisindeki o mâlumat, yaptıklarımız sebebiyledir.

 Allah sonsuz ilmi ile, dünyaya gelen ve gelecek insanların, iyiyi mi yoksa kötüyü mü seçeceklerini bilir. Ancak insanlar, kendilerinin ne şekilde hareket edeceklerini Allah’ın bildiği ve takdir ettiği için hareket ediyor değillerdir. İnsan hak ile bâtılı seçme durumundadır. Hakkı seçerse  cennete girecektir; Bâtılı seçerse cehenneme girecektir. Bu kararı imtihan için Allah insana bırakmıştır. İnsan sonucuna katlanmak şartıyla, seçiminde hürdür.

Kesinlikle bilinmektedir ki Allah, ilmi ile bütün zamanları, geçmişi, hâli ve geleceği aynı anda kuşatır. Bizim yapacaklarımızı, daha yapmadan evvel, ezeliyeti ile bilir.

Burada dikkat edilmesi, iyi anlaşılması gereken, “İlmin (bilginin) maluma (bilinene) tabi olduğu” gerçeğidir.

İlim; bir şeyin zihindeki şeklidir.
Malum ise; o şeyin hariçteki gerçek halidir.
Bu konuyu binlerce örnekle örneklemek mümkündür.
Bir minare, kalem, defter, insan, meyve, otomobil vs düşünelim. Zihnimizde bunları hey’etleriyle bilip duruyoruz.

Şimdi üzerinde duracağımız nokta, bu nesneler, bizim bilgimize tabi olarak mı o şekildeler, yoksa onların şeklinden mi bizde bilgi oluştu? Peki biz bir otomobili bir minare şeklinde bilseydik, otomobil minare şeklinde mi olurdu?

Bankada hesabı olanlar, bankadaki paralarının miktarını bilirler. Peki bankadaki paraların miktarı bilgiye mi bağlı, yoksa bilgi paranın miktarına mı bağlı? Kişi bankadaki parasını yanlış bilse paranın miktarı değişecek mi?

Atmosferde boşluğu bırakılan her cisim yer çekimi sebebiyle düşer. Bu bilgidir. Peki o cisim düşeceği için mi düşeceği bilinir, yoksa  düşeceği bilindiği için mi düşer?

Ateşin yaktığı herkesçe bilinir. Peki ateş yaktığı için mi herkes ateşin yaktığını öğrenmiştir. Yoksa ateş yakıcıdır diye bilindiği için mi ateş yakmaktadır.

İnsanlar yine ileriki günlerde, senelerde güneşin doğuş ve batış saatlerini, ay ve güneş tutulmalarını bilebilir ve takvimlerine yazar.

 “Acaba takvimde yazıldığı için mi bu olaylar gerçekleşiyor, yani güneş o saatlerde doğuyor ve batıyor veya tutuluyor?” Yani malum olan güneşin doğup batacağı, tutulacağı saat, ilimi olan insanların bilgisine mi tabi yoksa güneşin o saatte doğup, o saatte batacağı, tutulacağı önceden hesaplanıp, tespit edildiği için mi bilinmiş ve takvimlere yazılmıştır?

Bu örnekleri, tarih, coğrafya, astronomi, atmosfer olayları, yapılmış plan ve programlar, yol, uçak, tren tarifeleri vs. gibi pratik hayattan yüzlerce, binlerce olay ile çoğaltabiliriz .

 Allah’ın varlıkların ne yapacağını ezelden bilmesi ilimdir. Allah’ın bu ilmi kesinlikle “ma’lum” olan bizim fiillerimize ve yapacaklarımıza tâbidir. Yani biz yapacağımız için Allah öyle bilmiştir. Yoksa Allah öyle bildi diye biz mecburen yapmıyoruz.

Kader konusu ile ilgili akla gelen sorular

Kader değişir mi?

Yukarıdaki açıkladığımız üzere, Allah’ın yazıp da insanlara zorla uygulattığı, insanların eylemlerine yönelik “Alın yazısı” anlamında bir kader söz konusu değildir. Kaderi, “ilm-i ilahi” olarak ele alacak olursak da Allah’ın bilgisinde değişiklik; artma, eksiltme söz konusu edilemez.

Kaderi, “Allah’ın takdiri” olarak ele alırsak bunda da değişiklik söz konusu olmaz.

Mesela, Allah kişinin doğacağı, öleceği anları takdir etmişken bunların belirli sebeplerle sonradan değişmesi söz konusu olursa, bu takdirde Allah’ın ilminde bir değişiklik olmuş, Allah’ın aldığı bir karar gerçekleşmemiş, bilmediği bir şey gerçekleşmiş olur ki, bu da Allah’ın ilim, irade, tekvin sıfatlarında bir artma ve eksilmeyi netice verir; bunun ise Allah hakkında düşünülmesi bile mümkün değildir.

Evlilik kader midir?

İnsanların eş seçimi de tamamen ihtiyari; kendilerinin istek ve seçimleriyle gerçekleştirdikleri bir iştir. Kadın ve erkeğin meşru, gayri meşru cinsel ilişkisi, kendilerinin özgürce yaptıkları bir ameldir. Ama bu amele dayalı çocuğun doğması, cinsiyeti Allah’ın takdiridir. Yumurta ve sperm sayısı, cinsiyet kromozomlarının buluşması gibi olaylar, insanların iradeleri dışında gelişir. İşin bu yeni Allah’ın takdiri kapsamındadır.

Zoraki evlendirme, tecavüz, kazaya kurban gitme, planlanan bir işin sonuçsuz kalması gibi olaylar, Bakara/ 155-158. ayetlerde açıklanan belalandırma, fitnelendirme çerçevesinde düşünülmelidir.

Allah, herkesin akıbetini bildiğine göre niçin yaratıyor?

Allah, “Vacib’ul vücud”dur. Yani zorunlu ve varlığı zorunlu olan varlıktır. (Ayrıntı, Kelam ilmi kitaplarından bakılabilir)

Bu nedenle Allah’ın zorunluluktan gelen ayırıcı özellikleri vardır. Tüm esmasının, sıfatlarının  (Zati, sübuti ve selbi) tecellisi gerekir. Bu nedenle, Halik ve Fatır sıfatları olmalıdır ve olduğuna göre de yoktan yaratmalı varlardan da bir şeyler oluşturmalıdır.

Tebarektir, cömertliğinden istifade ettirmelidir. Naimdir, nimetlerinden istifade edilmelidir. Gafur olup affetmelidir, Tevvab olup, tevbeleri kabul etmelidir, Müntakim olup suçluyu yakalayıp cezalandırarak adalet sağlamalıdır. Adil olup adaletle muamele etmelidir. Muhyi (hayat veren) ise, yarattıklarına can vermeli Mümit (öldüren) ise öldürmelidir.. vs. vs. tüm sıfatları hariçte tecelli etmelidir.

Tüm bunlar Allah’ın olmazsa olmazlarıdır. İnsanların düşünmesi gereken, Allah’ın niçin yarattığı değil nasıl muamele ettiğidir.

Ecel,  kader midir, değişir mi?

Ecel de insanın kaderidir. Allah ayarlamıştır, belirlemiştir; adını koymuştur. Ecel kesinlikle değişmez; ertelenmez de öne de alınmaz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder