Eşya dinine kapılan insan neyin esiri?
Bu soruyu, eşyaya yenilen insan neye uyuyor/tapıyor? Şeklinde de sorabiliriz. Bu sorunun açık ve net cevabı, ‘eşya’yadır.
O zaman ortada bir “Eşya Dini” var demektir. En azından bu dinin varlığı yokluğundan daha kolay kanıtlanabilir. Var olduğu söylenenin değil, yok denilenin olmadığı kanıtlanmaya ihtiyacı vardır. “Eşya Dini” örneğinde olduğu gibi yeni zamanlarda bazı kavramlar ya da söylemlerin türemesi değişken ve dinamik olan insan toplulukları için normal, belki de sıradan gelişmelerdir. Bu anlamda “İftariye bayramı/Ramazan”, “Kavurma bayramı/Kurban”, “Lokma ya da pilav bayramları/Cumalar” derken uzayıp gidiyor. Bir de yaz mevsiminin düğünleri var, hatta Türkiye için buna “düğün mevsimi” de denebilir. Bayram sevinç demekse, onlar da düğün bayramlarıdır. Şimdilerde Kurban Bayramı günlerindeyiz. Kurban deyince aklıma geldi, geçenlerde bir komşumla birlikte bir olaya şahit olduk, buna programsız gözlem de diyebiliriz. Önemi nedeniyle paylaşmak istiyoruz.
Eşya, insan ve din; bu üç kelimenin bir araya gelmesinde ilk anda bir gariplik yok, gibi görünüyor. Eşya, şeyler demek ve bilindiği gibi çok geniş kapsamlı bir kullanımı var. Aklınıza gelen-gelmeyen her nesne, olay ve durum için kullanabilirsiniz. İnsan deyince; beşer-insan, ahseni takvim - esfeli safilin, şeytandan alçak-melekten yüce, anne, baba, oğul-kız, kardeş ve akraba gibi, yani kendimizi ve çevremizdeki herkesi anlarız.
Dine gelince, isterseniz onu biraz kitabi plânda ele alıp anlamlarına daha yakından bakalım.
Arapça bir kelimedir ve “de-ye-ne/dyn” kök harflerinden türemiştir. Sözlükte “dyn” kökü mastar olarak “borç alıp vermek” manalarına geliyor. Bu anlamda ilk önce Allah’a karşı borçluluk ve sorumluluk bilincidir, buna doğrudan “Allah bilinci” de denebilir. Hem alacak-verecek, hem de boyun eğme-eğdirme anlamına gelir.
“Borç ve alacakların hesabı görülüp karşılığı(ceza) verildiği için “hesap günü”ne yevmu’d-din, denilmiştir. Borç vermek, borç almak(idâne); borçlanmak(tedâyün); alacaklı(dâin); borç(deyn); maneviyat(diniyye); borçlu(medyun); borçluluk (medyuniyye); maneviyat(din) ile ilgili işler(diyanet); Arapçada kullanılan din, şeriat mezhep, sünnet, şia, menhec, namus vb. kelimeler ile yol, uyum, kanun, kural anlamındadır… Bunların hepsinde anlatılmak istenen insanoğlunun “kanun üstünde kanun” olan yüce bir yola, merciye yaslanması, O’nu izlemesi, onunla uyum içinde olması, O’nunla yürümesi gerektiğidir…”
Görüldüğü gibi din birey ve toplumun bütün hayatını kapsıyor. Durum böyle olunca “dini olan ve olmayan” diye iki ayrı alanın olamayacağı da bilinmelidir. O halde Hak Dinin yerini alan başka din/dinler de insanların hayatını bütünüyle kuşatmalıdır. Bunu nasıl anlayabiliriz? İnsanların neyin uğraşısı ve beklentisi içinde olduklarına bakarak, buna baktığımızda da; bütün uğraşısının yeryüzündeki nimetlerle zevklenmek olduğunu görürüz. İnsanlığın tamamı olmasa da çoğunluğunun böyle olduğu apaçık görünüyor. Yeryüzü nimetlerini yağmalayıp eğlenmek için onları tüketmesi doğru bir davranış mıdır? Hayır! Çünkü ne insan bunun için, ne de dünya nimetleri oburca tüketilsin diye yaratılmıştır. Bu bağlamda insan, tabiata hükmetmeye çalışırken, kendisi nesnelerle/eşya ile kuşatılmış ve onlara kul köle olmuştur. Bu haliyle o, büyük bir suç işlemiştir.
“Yiyin ve eşya zevkinizi giderin biraz(metalanın), muhakkak siz suçlularsınız!”(Mürselât 77: 46).
Bu anlamda suçu da düğün bayram gibi işleyen insan ne demeli? Bu noktada düğün ve bayramların Eşya Dini ile olan bağlantısına gelmiş oluyoruz. Bizler onu uzunca anlatmadan şunları söylemekle yetineceğiz:
Bugünlerde insanlar çarşıları doldurmuşlar, “ihtiyaçtır”, “değildir” demeden borçla, harçla, taksitle bir şeyler(eşya) alarak elleri çantalarla dolu dolaşıp duruyorlar. Düğünlerde ise, eşya, evlenenlerden ya da sünnet edilenlerden daha ön plânda yer alıyor. Böylece gösterişle eşyaya kapılıp gitme/tapınma gerçekleşmiş oluyor. Pekiyi bu arada insan nerede? O eşyanın esiri olarak çantalarla, valizlerle kamyon ve vagonlardaki eşyalarıyla bir o tarafa bir bu tarafa koşuyor, sanki Safa ve Merve tepeleri arasında say yapıyor… Kapitalist de insan kanına doymamış gözleri ve dünya nimetlerini kocaman ısırıklarla yediği dişleriyle sırıtıp göbeğini kaşıyor.
Gelelim programsız gözleme: gözlemcinin komşusu, önceleri kurban kesmek yerine çeşitli kurumlara para gönderirdi. Bu yıl ilk defa kurban kesecek. Başka bir arkadaşın tavsiyesiyle kurban organizasyonu yapan bir cemaatin aynı zamanda kesim yeri de olan öğrenci yurduna gözlemci olarak gider. Koskocaman bir binanın ilgili ofisine girip sıraya girme düzeni içinde oturur. Kurban kayıt işlemi yapılan kişinin işi bitince, sıradaki genç adam kayıt işlemi yapılan masanın önündeki koltuğa geçer ve
“Ben burada kurban kestirmek istiyorum. Peşin param yok. Bir kısmını 8 Ekimde bir kısmını da 8 Kasımda verebilirim” deyince, görevli “Böyle bir uygulamamız yok” der.
Bu sefer genç
“Geçen yıl ağabeyim burada kestirmişti, bana da bir kolaylık yapamaz mısınız?” deyince, görevli “Yetkili ağabeye bir sorayım” der.
Ve telefonda yetkiliye gencin isteğini anlatır. Sonara da gence
“550 liraya keseriz, ama 300 lirasını 8 Ekimde kalanını da 8 Kasımda vereceksiniz” der.
Genç “Tamam” diyerek kaydını yaptırıp kendisine üç kez sorulan
“Kurbanınızı kesme vekâletini bana verdiniz mi?”
sorusunu üç kez “Evet” diyerek cevaplar ve böylece işlemi tamamlar.
Sıradaki nine sıra koltuğuna geçer ve “Oğlum ben geçenlerde gelmiştim ya, şimdi de kayıt yaptırmaya geldim. Bana da en düşük fiyattan bir kurban yaz” dedi. Görevli, bilgisayara baktıktan sonar “550 liralık bir tane kalmış, onu sana yazayım, olur mu?” deyince, nine “Tamam evladım, yaz” der. Kayıt ve vekâlet verme işlemi bittikten sonra, nine herkese bakarak “Ben bu kurban parasını nasıl biriktirdim, biliyor musunuz? Onu bana verilen fitre, sadaka ve zekâtlarla toplayıp hazırladım” demez mi? Hayda! Görevli, “size kurban düşmez, kendinizi zorlamanıza gerek yok” demeliydi. Ama öyle olmadı.
Bu noktada : hac dışındaki kurban meselesi ciddi bir şekilde gözden geçirilmelidir. Giderek iş çığırından çıkıyor. Birçok insanın haccı türbe turizmine çevirdiği ve bunun üzerinden bir sömürü sektörünün oluştuğu gibi, kurban olayı da dünya nimetlerini haksızca emme mekanizmasına dönüşüyor. Bu anlamda din kullanılıyor ve onunla bazıları danalardaki bahar keneleri gibi şişerken, bir taraftan da banka hesapları katlanıyor.
Dünyadaki bütün kaynakların başlarını emperyalist sömürgeciler tutmuş, yer altı ve yer üstü kaynaklarını istedikleri gibi harcamaktadırlar. Madde plânında dünyayı talan ettikleri gibi, insanların insani yönlerini de tağuti eğitim sistemleri ile bozmakta ve erdemli bütün değerleri yok etmektedirler. Tarih ve günümüz bunun tanığıdır. Eşya zevkini gidermeyi ön plâna almak, sadece onun için yaşamayı amaç edinmektir. Kapitalizmin kurduğu kumpas içinde kıvranan insan, hak ve hakikati unutmuş, günübirlik ve tamamen çok üretip çok tüketmeye ayarlı bir yaşam içindedir. Günümüzde dikkat edilirse, zalim otoritelerin yeryüzünün çoğunda egemen oldukları görülür. Ve bu zalimlerin elinde bulunan bilim, gerçeğin peşini bırakıp, gücün ardına düşmüştür. Sonuçta ortaya genel geçer bir eşya dini çıkmıştır. Bu din sayesinde artık insanların dünyada en çok arzuladıkları ve uğruna çaba harcadıkları değer, eşya olmuştur. İnsan eşyaya taparcasına bağlı, yani artık her şey eşya içindir.
Eşya Dini değişik dönemlerde kendisini çeşitli adlarla ifade edebilir. Adının kapitalizm, sosyalizm, komünizm, hanedanlık, sultanlık, cumhuriyet ve demokrasi olması sonucu değiştirmiyor. Bu düzenlerdeki yönetenler adaletsiz egemenler oldukları sürece insanı insana ve sonuçta bütün insanları kendilerine köle ederler/ediyorlar. Bunda da en büyük araç eşyadır. Öyle bir hayat tarzı oluştururlar ki, ürettikleri bazı eşyaları alıp kullanmadan, nerede ise yaşamak mümkün olmaz! Bu zalimlere gerçekler gösterilip, gerçeğe davet edildiklerinde hep yüz çevirip karşı dururlar. Evreni yaratana boyun eğip O’nun yasalarına uyun denildiğinde, “o da neymiş?” deyip derhal reddederler. Apaçık gerçekleri bildiren sözleri yalanlarlar. Başka sözlere, kendi uydurdukları ideolojilere/dinlere inanırlar. İnsanları bunlarla kandırırlar. Yalanlayıcı, kandırıcı ve zalimlerin egemen olduğu bir dünyada zihni ve bedeni esir olan insanın mutluluğundan söz edilemez. Kapitalist ihtiyaç fazlasını üretir, vergi vermez ve işçinin hakkını yer. Ürettiği fazla malı satmak için insanları reklamla eşya/nesneler âlemine esir eder ve ona boyuna tükettirir. İhtiyaç dışı tüketmek kötüdür ve suçtur. Ama en az bunun kadar ihtiyaç fazlasını üretmek de kötü ve suçtur. İnsanın esiri olduğu eşya, kendisini herhalde en fazla düğün ve bayramlarda hissettiriyor. Bayramlıklara kurban olan(edilen) insan, fazladan üretmeye ve gereksiz yere tüketmeye ayarlı olarak birçok eşyayı ekonomik zamanı dolmadan değiştirmekte yarışıyor. Eşya Dini ortalığı kasıp kavuruyor, ne de çok bağlısı/esiri var!
Bu soruyu, eşyaya yenilen insan neye uyuyor/tapıyor? Şeklinde de sorabiliriz. Bu sorunun açık ve net cevabı, ‘eşya’yadır.
O zaman ortada bir “Eşya Dini” var demektir. En azından bu dinin varlığı yokluğundan daha kolay kanıtlanabilir. Var olduğu söylenenin değil, yok denilenin olmadığı kanıtlanmaya ihtiyacı vardır. “Eşya Dini” örneğinde olduğu gibi yeni zamanlarda bazı kavramlar ya da söylemlerin türemesi değişken ve dinamik olan insan toplulukları için normal, belki de sıradan gelişmelerdir. Bu anlamda “İftariye bayramı/Ramazan”, “Kavurma bayramı/Kurban”, “Lokma ya da pilav bayramları/Cumalar” derken uzayıp gidiyor. Bir de yaz mevsiminin düğünleri var, hatta Türkiye için buna “düğün mevsimi” de denebilir. Bayram sevinç demekse, onlar da düğün bayramlarıdır. Şimdilerde Kurban Bayramı günlerindeyiz. Kurban deyince aklıma geldi, geçenlerde bir komşumla birlikte bir olaya şahit olduk, buna programsız gözlem de diyebiliriz. Önemi nedeniyle paylaşmak istiyoruz.
Eşya, insan ve din; bu üç kelimenin bir araya gelmesinde ilk anda bir gariplik yok, gibi görünüyor. Eşya, şeyler demek ve bilindiği gibi çok geniş kapsamlı bir kullanımı var. Aklınıza gelen-gelmeyen her nesne, olay ve durum için kullanabilirsiniz. İnsan deyince; beşer-insan, ahseni takvim - esfeli safilin, şeytandan alçak-melekten yüce, anne, baba, oğul-kız, kardeş ve akraba gibi, yani kendimizi ve çevremizdeki herkesi anlarız.
Dine gelince, isterseniz onu biraz kitabi plânda ele alıp anlamlarına daha yakından bakalım.
Arapça bir kelimedir ve “de-ye-ne/dyn” kök harflerinden türemiştir. Sözlükte “dyn” kökü mastar olarak “borç alıp vermek” manalarına geliyor. Bu anlamda ilk önce Allah’a karşı borçluluk ve sorumluluk bilincidir, buna doğrudan “Allah bilinci” de denebilir. Hem alacak-verecek, hem de boyun eğme-eğdirme anlamına gelir.
“Borç ve alacakların hesabı görülüp karşılığı(ceza) verildiği için “hesap günü”ne yevmu’d-din, denilmiştir. Borç vermek, borç almak(idâne); borçlanmak(tedâyün); alacaklı(dâin); borç(deyn); maneviyat(diniyye); borçlu(medyun); borçluluk (medyuniyye); maneviyat(din) ile ilgili işler(diyanet); Arapçada kullanılan din, şeriat mezhep, sünnet, şia, menhec, namus vb. kelimeler ile yol, uyum, kanun, kural anlamındadır… Bunların hepsinde anlatılmak istenen insanoğlunun “kanun üstünde kanun” olan yüce bir yola, merciye yaslanması, O’nu izlemesi, onunla uyum içinde olması, O’nunla yürümesi gerektiğidir…”
Görüldüğü gibi din birey ve toplumun bütün hayatını kapsıyor. Durum böyle olunca “dini olan ve olmayan” diye iki ayrı alanın olamayacağı da bilinmelidir. O halde Hak Dinin yerini alan başka din/dinler de insanların hayatını bütünüyle kuşatmalıdır. Bunu nasıl anlayabiliriz? İnsanların neyin uğraşısı ve beklentisi içinde olduklarına bakarak, buna baktığımızda da; bütün uğraşısının yeryüzündeki nimetlerle zevklenmek olduğunu görürüz. İnsanlığın tamamı olmasa da çoğunluğunun böyle olduğu apaçık görünüyor. Yeryüzü nimetlerini yağmalayıp eğlenmek için onları tüketmesi doğru bir davranış mıdır? Hayır! Çünkü ne insan bunun için, ne de dünya nimetleri oburca tüketilsin diye yaratılmıştır. Bu bağlamda insan, tabiata hükmetmeye çalışırken, kendisi nesnelerle/eşya ile kuşatılmış ve onlara kul köle olmuştur. Bu haliyle o, büyük bir suç işlemiştir.
“Yiyin ve eşya zevkinizi giderin biraz(metalanın), muhakkak siz suçlularsınız!”(Mürselât 77: 46).
Bu anlamda suçu da düğün bayram gibi işleyen insan ne demeli? Bu noktada düğün ve bayramların Eşya Dini ile olan bağlantısına gelmiş oluyoruz. Bizler onu uzunca anlatmadan şunları söylemekle yetineceğiz:
Bugünlerde insanlar çarşıları doldurmuşlar, “ihtiyaçtır”, “değildir” demeden borçla, harçla, taksitle bir şeyler(eşya) alarak elleri çantalarla dolu dolaşıp duruyorlar. Düğünlerde ise, eşya, evlenenlerden ya da sünnet edilenlerden daha ön plânda yer alıyor. Böylece gösterişle eşyaya kapılıp gitme/tapınma gerçekleşmiş oluyor. Pekiyi bu arada insan nerede? O eşyanın esiri olarak çantalarla, valizlerle kamyon ve vagonlardaki eşyalarıyla bir o tarafa bir bu tarafa koşuyor, sanki Safa ve Merve tepeleri arasında say yapıyor… Kapitalist de insan kanına doymamış gözleri ve dünya nimetlerini kocaman ısırıklarla yediği dişleriyle sırıtıp göbeğini kaşıyor.
Gelelim programsız gözleme: gözlemcinin komşusu, önceleri kurban kesmek yerine çeşitli kurumlara para gönderirdi. Bu yıl ilk defa kurban kesecek. Başka bir arkadaşın tavsiyesiyle kurban organizasyonu yapan bir cemaatin aynı zamanda kesim yeri de olan öğrenci yurduna gözlemci olarak gider. Koskocaman bir binanın ilgili ofisine girip sıraya girme düzeni içinde oturur. Kurban kayıt işlemi yapılan kişinin işi bitince, sıradaki genç adam kayıt işlemi yapılan masanın önündeki koltuğa geçer ve
“Ben burada kurban kestirmek istiyorum. Peşin param yok. Bir kısmını 8 Ekimde bir kısmını da 8 Kasımda verebilirim” deyince, görevli “Böyle bir uygulamamız yok” der.
Bu sefer genç
“Geçen yıl ağabeyim burada kestirmişti, bana da bir kolaylık yapamaz mısınız?” deyince, görevli “Yetkili ağabeye bir sorayım” der.
Ve telefonda yetkiliye gencin isteğini anlatır. Sonara da gence
“550 liraya keseriz, ama 300 lirasını 8 Ekimde kalanını da 8 Kasımda vereceksiniz” der.
Genç “Tamam” diyerek kaydını yaptırıp kendisine üç kez sorulan
“Kurbanınızı kesme vekâletini bana verdiniz mi?”
sorusunu üç kez “Evet” diyerek cevaplar ve böylece işlemi tamamlar.
Sıradaki nine sıra koltuğuna geçer ve “Oğlum ben geçenlerde gelmiştim ya, şimdi de kayıt yaptırmaya geldim. Bana da en düşük fiyattan bir kurban yaz” dedi. Görevli, bilgisayara baktıktan sonar “550 liralık bir tane kalmış, onu sana yazayım, olur mu?” deyince, nine “Tamam evladım, yaz” der. Kayıt ve vekâlet verme işlemi bittikten sonra, nine herkese bakarak “Ben bu kurban parasını nasıl biriktirdim, biliyor musunuz? Onu bana verilen fitre, sadaka ve zekâtlarla toplayıp hazırladım” demez mi? Hayda! Görevli, “size kurban düşmez, kendinizi zorlamanıza gerek yok” demeliydi. Ama öyle olmadı.
Bu noktada : hac dışındaki kurban meselesi ciddi bir şekilde gözden geçirilmelidir. Giderek iş çığırından çıkıyor. Birçok insanın haccı türbe turizmine çevirdiği ve bunun üzerinden bir sömürü sektörünün oluştuğu gibi, kurban olayı da dünya nimetlerini haksızca emme mekanizmasına dönüşüyor. Bu anlamda din kullanılıyor ve onunla bazıları danalardaki bahar keneleri gibi şişerken, bir taraftan da banka hesapları katlanıyor.
Dünyadaki bütün kaynakların başlarını emperyalist sömürgeciler tutmuş, yer altı ve yer üstü kaynaklarını istedikleri gibi harcamaktadırlar. Madde plânında dünyayı talan ettikleri gibi, insanların insani yönlerini de tağuti eğitim sistemleri ile bozmakta ve erdemli bütün değerleri yok etmektedirler. Tarih ve günümüz bunun tanığıdır. Eşya zevkini gidermeyi ön plâna almak, sadece onun için yaşamayı amaç edinmektir. Kapitalizmin kurduğu kumpas içinde kıvranan insan, hak ve hakikati unutmuş, günübirlik ve tamamen çok üretip çok tüketmeye ayarlı bir yaşam içindedir. Günümüzde dikkat edilirse, zalim otoritelerin yeryüzünün çoğunda egemen oldukları görülür. Ve bu zalimlerin elinde bulunan bilim, gerçeğin peşini bırakıp, gücün ardına düşmüştür. Sonuçta ortaya genel geçer bir eşya dini çıkmıştır. Bu din sayesinde artık insanların dünyada en çok arzuladıkları ve uğruna çaba harcadıkları değer, eşya olmuştur. İnsan eşyaya taparcasına bağlı, yani artık her şey eşya içindir.
Eşya Dini değişik dönemlerde kendisini çeşitli adlarla ifade edebilir. Adının kapitalizm, sosyalizm, komünizm, hanedanlık, sultanlık, cumhuriyet ve demokrasi olması sonucu değiştirmiyor. Bu düzenlerdeki yönetenler adaletsiz egemenler oldukları sürece insanı insana ve sonuçta bütün insanları kendilerine köle ederler/ediyorlar. Bunda da en büyük araç eşyadır. Öyle bir hayat tarzı oluştururlar ki, ürettikleri bazı eşyaları alıp kullanmadan, nerede ise yaşamak mümkün olmaz! Bu zalimlere gerçekler gösterilip, gerçeğe davet edildiklerinde hep yüz çevirip karşı dururlar. Evreni yaratana boyun eğip O’nun yasalarına uyun denildiğinde, “o da neymiş?” deyip derhal reddederler. Apaçık gerçekleri bildiren sözleri yalanlarlar. Başka sözlere, kendi uydurdukları ideolojilere/dinlere inanırlar. İnsanları bunlarla kandırırlar. Yalanlayıcı, kandırıcı ve zalimlerin egemen olduğu bir dünyada zihni ve bedeni esir olan insanın mutluluğundan söz edilemez. Kapitalist ihtiyaç fazlasını üretir, vergi vermez ve işçinin hakkını yer. Ürettiği fazla malı satmak için insanları reklamla eşya/nesneler âlemine esir eder ve ona boyuna tükettirir. İhtiyaç dışı tüketmek kötüdür ve suçtur. Ama en az bunun kadar ihtiyaç fazlasını üretmek de kötü ve suçtur. İnsanın esiri olduğu eşya, kendisini herhalde en fazla düğün ve bayramlarda hissettiriyor. Bayramlıklara kurban olan(edilen) insan, fazladan üretmeye ve gereksiz yere tüketmeye ayarlı olarak birçok eşyayı ekonomik zamanı dolmadan değiştirmekte yarışıyor. Eşya Dini ortalığı kasıp kavuruyor, ne de çok bağlısı/esiri var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder