27 Ağustos 2013 Salı

KURAN’IN ANLAŞILMASINDAKİ EN BÜYÜK ENGEL



İletişimin gün geçtikçe daha çok önem kazanıp çağımıza damgasını vurmaya çalıştığı günümüzde kitleler her çağdakinden daha çok kültürel kirlenmişlikle karşı karşıyadır. Gerek çağlar boyunca süregelen kültürel birikim gerekse kitleleri daha rahat yönetebilmek için bazı çevrelerin bilinçli olarak oluşturdukları bu ortam insanların her zamankinden daha fazla sağlıksız düşünmelerine yol açmaktadır. Kitlelerin her türlü, özellikle de düşünsel gücü gereksiz ve yararsız tartışmalarda tüketilmekte ve yaşamsal sayılacak pek çok konuda düşünüp taşınması engellenmektedir. Aslında çağlar boyunca kitlelerin yönetimindeki etken faktörün mümkün olduğu kadar onları yönetimden uzak tutmak, kendi aralarında kısır çekişme ve tartışmalara sokmak olduğu fark edildiğinde bu olayın önemi daha da iyi anlaşılacaktır. Bunun için yeri gelince yapay sorunlar veya gündemler oluşturulmuş, zaman içerisinde oluşan ve biriken bu sorunlarla öneriler çözüm yolları bir kültürün oluşmasına yol açmıştır.

Günümüzde ortaya çıkan sorunları çözmeye çalıştığımızda, ister istemez kökeni tarihte olan ve büyük ölçüde zaman ve mekan faktörüyle sınırlanmış olan bu birikimle karşılaşmakta ve söylenen sözün coğrafyasını dikkate almadan yararlanmaya çalışmaktayız. Bu durumda aslında eşyanın doğasına aykırı olarak çözümleri veya daha doğru ifadeyle çözümsüzlükleri dikkate almaktayız. Oysa insan kendi doğasını dikkate aldığında kısacık ömrü içerisinde dönemler itibariyle sürekli zaman ve mekan faktörüne göre değişen pek çok fikre ve yargıya sahip olduğunu görecektir. Fakat iş İslam’a göre düşünmeye ve çözümler aramaya gelince, çağlar üstü özelliğe sahip olan Kuran’ın mesajının evrenselliği kriter olacağına, Kuran’ın çevresinde şekillenmiş olan ve doğruluğu ile yanlışlığının sağlamasının yine Kuran’a göre yapılması gereken İslam Kültürü kriter olmaktadır. Halbuki İslam Kültürüne göre yapılmış her bir çözüm arayışı, çelişkileri ve çözümsüzlükleri beraberinde getirecektir. Kültürümüz her ne kadar Kuran kaynaklı olursa olsun, saf Kurani hakikatleri içermediği çok basit karşılaştırmalarla görülecektir. Zira tarihsel bir takım olaylar sebebiyle yüzlerce yıldır Müslümanlar, dinlerini Kuran’dan değil, Kuran merkezli fakat zaman ve mekan faktörlerinin etkisi altında gelişen kültürlerinden öğrenmişlerdir. Bu kültürleri her ne kadar isim olarak İslam Kültürü adı altında ele alınsa da kültür kavramının açıklanmasıyla İslam Dini ve İslam Kültürü arasındaki içerik farkı daha iyi anlaşılacaktır.

Afet Ilgaz’ın “bir milletin bakış açısıdır” diye nitelediği kültür, kendi içerisinde doğruları içerebildiği gibi pekala yanlışları da içerebilir. Böyle olduğu takdirde mutlak doğruları ortaya koyan bir din etrafında şekillenip gelişmiş ve günümüze kadar gelmiş olan İslam Kültürünün de yanlışları içermesi gayet doğaldır. Zaten tarihsel süreç içerisinde meseleye baktığımızda ortaya çıkan pek çok ayrılığın veya aykırılığın Kuran kaynaklı değil, bakış açısı kaynaklı olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
Tarihsel bir dönüm noktası olan Ali ve Muaviye çatışmasının, günümüz insanının gündemini hala meşgul ediyor olması bunun en güzel örneği olup, din ile dinsel kültürün birbirine ne kadar karıştırıldığını göstermektedir. Oysa din tercihi yapan insanın, o dinin oluşturduğu kültürün de tercihini yapmak zorunda kalması da bir o kadar yanlıştır. Bu örnek gibi daha pek çok örnek aslında İslam’ın anlaşılmamasına en güzel örneklerdir. Zamanında çözümlenemediği gibi yüzlerce yıldır da çözülemeyen, fakat insanların herhangi bir yönden taraf olmak veya yorum yapmak zorunda kaldığı böyle daha pek çok olay vardır.

Dinimizi bize kadar gelen kültür içerisinden edindiğimiz bilgilere dayalı olarak oluşturduğumuzda daha bir karmaşa içerisine girmekteyiz. Zira kültürümüz içerisinden bir ekole veya alime göre yaptığımız bir seçim, başka bir ekol veya alime göre yanlış olabilmektedir. Halbuki seçimimizi Kuran’a göre yaptığımızda mutlak manada doğrulara o zaman yaklaşmış olmaktayız. Alimlerin veya ekollerin yapmış oldukları bireysel yorumları anlamak için yaptığımız çabanın en fazla yarısıyla yapacağımız Kurani bir araştırma bize pek çok doğrunun kapısını açacaktır.

Coğrafi açıdan Arabistan kaynaklı olmasına rağmen içeriği itibariyle evrensel olan İslam, kültürünü Arabistan ve onun etkisi olan çevrede oluşturmaya başladığı için İslam ile Arab Kültürü iç içe geçmiş, dinsel olanla kültürel olan bütün veriler birbirine karışmıştır. Böylece gelecek nesiller bu ayrımı tam olarak yapmadıkları veya yapamadıkları için kendi öz kültürleri yerine, farkına varmadan yabancı kültürün etkisi altına girmişlerdir.

Kuran’ın istemiş olduğu imanda “birlik” olgusu sadece toplumsal planda “Arab Kültürü” üzerinde oluşturulmuştur. Örneğin, çalgı aletlerinin kullanılması konusunda geliştirilen bütün görüşler yoğun bir şekilde Arab Kültürü etkisi altında kalmış ve vurmalı çalgılar haricindeki çalgı aletleri İslam’a göre de yasaklanmıştır. Halbuki Kuran bu konuda herhangi bir hüküm ortaya koymamışken diğer çalgıları yasaklamak veya en azında çalgı olgusunu vurmalılar ile sınırlandırmak, Arab Kültürünü o zaman hakim olan diğer ulusların kültürlerinden korumak veya dinsel olanla kültürel olanı birbirine karıştırmaktan kaynaklanmaktadır. Bu anlayış bir kere yerleştikten sonra artık bütün meseleler de bu yönde çözülmeye çalışılmıştır. Hala günümüzde dahi hakim olan düşüncenin bu paralelde olması, belirgin bir şekilde dinselle kültürelin birbirine karıştığını göstermektedir. Kuran, dolayısıyla İslam Dini kendi koyduğu kurallar çerçevesi içerisinde bütün ulusların kendi öz kültürel değerlerini korumasına, yalnızca Kuran’ın belirttiği inanç değerlerine ters düşmeyecek şekilde hareket etmesine müsaade etmiştir.

Bugün İslam dünyasının yüzyıllardan beri süregelen bu zillet içerisinde bulunmasının sebeplerini de bu İslam Kültürü içerisinde aramak gerekmektedir. Kuran her ne kadar bilimin önünü açmasına, hatta Allah’ın kendi varlığını dahi tartışmaya açmasına rağmen, yıllar içerisinde oluşan kültür sayesinde İslam’a ters olduğu kabul edilen pek çok konunun tartışılması dahi kabul edilmemiş, tartışanlar ise geniş halk yığınları veya dar görüşlü ulema tarafından yadırganmış, yeri gelince fiziksel tepki dahi gösterilmiştir. Bugün yeri gelince baş tacı ettiğimiz pek çok bilim adamının, çağında pek çok hakarete maruz kaldığını, görüşlerinin kabul edilmediğini, fakat günümüzde aynı karşıt düşünceye sahip insanların tam tersi bir davranış içerisine girmelerini ise kendi kültürlerini bilmemelerine, yani körü körüne bir fikre bağlanmalarına yormak herhalde yanlış olmaz.

Doğası itibariyle insanın pek çok faktörün etkisi altında kaldığını ve bütün bu faktörlerin etkisiyle meselelere baktığını herkes bilmektedir.fakat uygulamaya gelince herkes kendisinin bağımsız ve özgürce bir bakış açısı geliştirdiğini vurgulamaktadır. Oysa insanın, çevresini saran tarihsel, toplumsal ve kültürel pek çok etkiyi elimine etmesi öyle olay olmamaktadır. Bunun yolu da bilgilenme, bilinçlenme ve bireysel eğitimle olmaktadır. Ancak bu durumda Einstein’ın “bir atomu parçalamaktan daha zor” dediği bireysel, kültürel, tarihsel ve toplumsal önyargılarımız yıkılmış, fakat önbilgilerimiz yıkılmamış bir şekilde İslam’ı anlamaya çalıştığımızda pek çok şeyin kültürümüzde geçtiğinden ne kadar farklı, anlaşılır, mantıklı ve bir o kadar da uygulanabilirliğinin kolay olduğunu göreceğiz.
Yüzyıllardır süregelen İslam’ı anlamamak için yapılan çalışmalar ve öne sürülen şartlar gerçekten İslam’ı Müslümanların anlamayacağı bir din haline sokmuş, Allah’ın Kuran’da belirttiği “anlayasınız diye” ifadesine rağmen bir tülü anlaşılamamıştır. Böylece sadece bilginlerin anladığı bizim de onlar gibi anlamaya mecbur ve mahkum edildiğimiz bir din kültürü oluşmuştur. Oysa Kuran, kendisini sürekli olarak okuyacak, anlayacak ve uygulayacak bir dindar kitlesi oluşmasını isterken zaman içerisinde oluşan kültür neticesinde sadece ayrıcalıklı diyebileceğimiz insanların anladığı, anadili Arapça olanların bile anlayamadığı bir bilmece, anlamını bilip anlamadan ancak ölülere veya ölecek olanlara okunacak ölüler kitabı haline çevirmişiz.

Kuran’ı her anlama çabasının karşısında, onu yalnız alim olanların anlayabileceği, bizlerin ise sadece İslam Kültürünü oluşturan kitaplarla yetinmemiz gerektiğini salık veren tipler oluşmuştur. Çağlar ötesinden seslenen İmam Şafii “Delilsiz ve hüccetsiz olarak bilgi toplayan kimse gece karanlığında odun toplayana benzer. Topladığı bir arkalık odunu yüklenirken bunun içinde kendisini sokacak bir yılanın bulunduğunu bilmez” derken yine bu alimlerin kültür mirasına sahip çıktığını söyleyenlerin tam tersini yapması kendi içlerinde yüzyıllardır oluşturdukları bir çelişkinin dışa vurumudur. Kültürel şartlanmışlık veya kirlenmişlik o kadar had safhaya ulaşmıştır ki bütün meseleleri Kurani bağlamda değerlendiren ve Kuran’a yönlendiren alimlerin sözleri bile asli anlamından soyutlanarak ancak İslam Kültüründeki çelişkileri haklı çıkaracak anlamlar yüklenerek yorumlanmıştır. Ortaya çıkarılan ihtilaf ilimleri ile kültürümüzün kendi içerisinde veya Kuran ile olan çelişkilerinde dahi hikmetler aranmıştır. Kuran’a rağmen ters anlamlara ulaşılarak kültürel bozukluklar haklı çıkarılmıştır.

Resulullah’ın tanımlanmasında biricik yeri olan “Yürüyen Kuran” kavramı O’nun ne kadar Kuran yolunda olduğunun göstergesi olduğundan dolayı Kuran’ın inişinden sonraki yüzyıllar içerisinde şekillenmiş ve Kuran adına oluşturulmuş, fakat tamamen Kuran’ın tersi mahiyette olabilecek pek çok veriyi içeren İslam Kültürünü dikkate almak Allah ile Resul’un arasını açmak değil midir. Oysa Kuran süzgecinden geçirdikten sonra bu kültürden yararlanmak en doğrusu değil midir. Aksi halde kıyamet günü boynumuza dolanacak bir yılanı sırf doğru göründüğü için almış olmak durumundan kurtulamayız.

Doğal olarak şunu da belirtmekte fayda vardır. İslam Kültürü olarak algıladığımız ve kendimizi doğduğumuz günden beri içinde bulduğumuz bu kültür bizim kültürümüzdür. Doğruları ve yanlışları ile bizim kültürümüz. Onu yadsımamız, sadece Kuran’ı anlama ve uygulamakta Allah’ın muradının gerçekleşmesine engel olduğu noktada olmalıdır. Aksi halde tarihsel ve kültürel köklerimizi inkar ettiğimizde ayaklarımız yere sağlam basmaz.

Tarihsel süreç içerisinde Kuran’ı anlama ve uygulamada pek çok hatalar yapılmış ve bunlar bize kültürel miras olarak gelmiştir. Fakat ne yazık ki aynı hatalarda yine ısrar ediyor ve Kuran’ı anlamamak için okumakta çaba sarf ediyoruz. Yapılacak basit bir incelemeden anlaşılacağı gibi Kuran’ın bahsettiği İslam Dini ile Kuran etrafında şekillenmiş olan İslam Kültürü birbirine zıt pek çok şeyi içerebilmektedir. Bu sebepten İslam ile Kültürün arasındaki sınırın tespit edilip neyin İslam’a neyin Kültür’e ait olduğunun ayrımı yapılmalı ve böylece saf Kurani anlayışın önü açılmalıdır. Zira Kuran’dan yapılan her sapma Müslüman bireyi İslam dışı olan kültürlere bir o kadar yanaştıracaktır. İslam Kültürünün de sapmalar olduğu noktada İslam dışı din ve kültürlerle ortak sahaları kullandığı da bir gerçektir. Unutulmamalıdır ki İslam Kültürünün içinde bulunduğumuzu zannettiğimiz noktada belki de başka bir dinle ortak noktayı paylaşmaktayız. Bu sebeple, bulunduğumuz her konumda Kuran ile sağlama yapmak ve ona göre davranmak gerekmektedir.


“Ya rabbi, kavmim Kuran’ı terk edilmiş bıraktı” (25/30)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder