İnsan Bedeninde bulunan her bir organın doğuştan belirlenmiş görev ve sorumlulukları vardır. Yazılı olmamakla birlikte tüm organların bir çalışma kılavuzu da bulunmaktadır. Nasıl kullanılacağı, hangi koşullarda ne tepki vereceği, yanlış kullanım sonucunda ortaya çıkacak sorunlar bu kılavuzda belirtilmektedir. Tıpkı elektronik alet veya araçlarda olduğu gibi kullanım kılavuzu dışı kullanım veya zorlamalarda organlar da tepki vererek sahibini uyarmaktadır.
Organ sahibinin anlayış kapasitesinin olup olmamasına bağlı olarak da bu tepki algılanmakta veya algılanamamaktadır. Algılayan ve zorlamadan vazgeçen kişi organlarını kurtarırken algılayamayanlar ise organlarını, bazı durumlarda ise organları ile birlikte kişiliğini de kaybetmektedir. Asıl sorun bu noktada başlamaktadır. Yakın bir zamana kadar pek çok insan, bedeninde ortaya çıkan belirtilerin nedeninin kendi bedensel hastalığı olduğunu düşünülmekteydi. Son yıllarda görülmektedir ki çevremizde oluşan bireysel veya toplumsal olaylar da bedenimizi etkilemekte, bedenimiz bu etkenlerin etkisi altında belirti vermektedir.
Hastalıkların anlaşılmasında ilk aşamada saç, deri ve gözler gibi organlarımızın olağan dışı görünümleri birçok hastalığın saptanmasında kullanılmaktadır. Dil organımız da oldukça fazla düzeyde hastalık tanısı konulmasına yardımcı olmaktadır. Şekli ve rengi hastalıkların belirtileri arasındadır. Kırmızı, siyah, kurşuni ve kahverengi olması bir takım hastalıkların belirtileridir. Gözle görülen bu belirtilerden yola çıkılarak hastalık teşhisi konulabildiği gibi tedavi de yapılabilmektedir. Ancak bazı durumlar vardır ki tek bir belirtiden yola çıkılarak tanı konulamaz.
Dil konusunda günümüzde en yaygın olan hastalık, kişilik veya altyapı yetersizliği nedenleriyle hak etmediği halde makam, mevki ve rütbe elde etmeye çalışan kişiler de sıklıkla görülmektedir. Bu hastalığın en belirgin özelliği, makam, mevki, rütbe veya menfaat elde edilecek kişinin yalanan organına bağlı olarak zaman geçtikçe dilin yalamalı bir hal alması ve bu hastalık sonunda iyileşme diye bir olasılık görülmemesidir. Bu hastalıkta dil renginin değişmesi yanında sendrom olmasının bir gereği olarak hastalık kaynağına psikolojik bağımlılık oluşmakta, tat duygusu yok olmakta, sosyal ilişkiler menfaat düzeyine göre belirlenmekte, son noktada birey tamamen kişiliksizleşmektedir.
Bu sendromu anlayabilmek için tarihsel bir inceleme yaptığımızda ilk ortaya çıktığı yerin saraylardaki dalkavukluk olduğunu görmekteyiz. Saraylarda görev yapan dalkavuğun görevi hükümdarın hoşuna giden şaklabanlıklar ve taklitler yaparak onu eğlendirmektir. Dalkavukluk geçmiş yıllarda sarayda ve zengin çevrelerde bir meslek olarak sürdürülmüştür. Belirtilen çağın aksine günümüzde her ne kadar meslek olarak sürdürülmemekte ise de bir yaşam tarzı olarak toplumsal yaşamda menfaat edinme ve kariyer yapma sürecinde yükselme aracı olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Dalkavukluk kavramı, günümüzde yalakalık kavramına yerini terk etmiştir. Bu kavramsal değişim ne yazık ki pek çok insanın zihninde de yapılan işin mahiyetinin farklı olduğu izlenimini doğurmaktadır. Oysa dalkavukluk kavramı yalakalık kavramına devşirilirken bir meslek olma özelliğini yitirmiş, tamamen dünyevi çıkar sağlamak ve değer kazanmak amacıyla özellikle makam ve mevki sahibi kişilerin yüzüne gülme, ikiyüzlü davranış sergileme, abartılı ve gereksiz övgülerde bulunma, güçlü fakat haksız olanı destekleme biçiminde oluşan bir davranış şekline dönüşmüştür.
Makam, mevki ve rütbe edinmek amacıyla günümüzde geçerli yol olan dalkavukluk, bilgi ve bilinçli bireylerce değil, kendine güvenmeyen, bilgi dağarcığı boş, yeteneksizliği yetenek edinmiş, dedikodu ile gününü gün eden, işinde gelişmektense kariyer edinme noktasında kendisine destek olacak kişilerin peşinden koşan, evet efendimci bir tavır içindeki kişilerce yerine getirilmektedir. İşlerini karşıya geçirinceye kadar sadakat, geçirdikten veya amacına ulaşamadığında ihanet içerisinde olan bu bireyler, yönetimin ve yöneticinin önünde görünmeyen büyük bir engel olup kurumsal gelişmişliği engelleyen toplum düşmanı olan bireylerdir.
Her zaman güçlüden yana olan bu dalkavukların her işinde bir hikmet, bakış açılarında keramet ve her çark edişlerinde ise büyük bir anlam vardır. Bulunduğu konum itibariyle üst kademede bulunanlara dalkavukluk yapanlar, yöneticisi olduğu alt kademedekilerden ise dalkavukluk beklerler. Yaptıkları tüm dalkavukluklarının nedenini kurumsal menfaat ve toplum yararı olarak gösterirler. Bu duruma o kadar inanmışlardır ki kendilerini kurtarıcı olarak görmekte, kendileri dışında kimsenin ortaya çıkmasına tahammül edememektedirler.
Herkesin kendisini makamından edeceği korkusu ile çevresine dalkavuk olmayan tiplerin yaklaşmasına izin vermezler. Gözlerini kapattığında kendilerinin görmediklerini, çevredekilerin de görmediklerini sanırlar ve bundan haz duyarlar. Kendi dalkavuklarının kendisini mutlu etmeye gücünün yetmediği noktada sorunlardan kaçmaya çalışırlar. Kendilerini sürekli pohpohlayan, doğruları söylemeyen, yanlışlarını onaylayan ve gününü yaşamasına olanak tanıyan tipleri tercih ederler. Bu yapılarda düşünce üretenlere gereksinim duyulmadığı gibi düşünen her birey dalkavukluk düzeninin deşifre olmasını sağlayacak büyük tehlikedir. Bu nedenle yetenekli bireylerin olması gereken yerleri böyle dalkavuk tipler doldurduğunda kurumsal gelişimden söz etmek olası değildir. Hatta geriye gidiş ve nihayetinde çöküş garantidir. Bir aşama sonra öleceğini bilmeyen ve sıcak suda haşlanan kurbağaların mutluluğu yakalaması gibi aldatıcı bir durumdur bu.
Her bir üst yöneticiye göre maiyetinde eleman konumunda olan bireyler potansiyel dalkavuk durumundadırlar. Gerek sistem gerekse bu sistemi ayakta tutanlar kendi istedikleri sınıra kadar her bireyin dalkavuk olmasını beklerler. Ancak doğa kuralları gereği dalkavukların olduğu yerde onuruyla dik duran, taviz vermeyen ve hakkı haykıran bireyler de olacaktır. Zira ilahi plan ve yasalar gereğince dürüstler ile dalkavukların mücadelesi kıyamete kadar sürecektir. Her ne kadar dalkavuklar önde görünse de işleri gerçekleştiren ve bitirenler her zaman dürüstler olacaktır. Dalkavuklar ise bir asalak gibi bu başarı ve kazanımların üzerine hayatlarını kurmaya ve kariyer edinmeye devam edeceklerdir. Hatta bu dalkavuklar dünyevi veya kurumsal hedeflerini gerçekleştirme noktasında yine dürüst ve çalışkan bireylere gereksinim duyacaklar ve bu gereksinim nedeniyle karşılarında daima ve manen ezileceklerdir.
Dalkavukluğun bir belirtisi olan yalakalık dil sendromuna yakalanmış bireylerin varlığı ve artan sayısı, kurumların çöküş tarihinin hesaplanmasında kullanılacak yegâne kriterlerdir. Kurumlar çöktükten sonra da ilk terk edecek ve bu durumdan şikâyetçi olacak kişiler de yalakalık dil sendromuna yakalanmış olanlardır. Ama unutmamaları gereken bir gerçek de vardır ki dalkavuk olarak tarihe geçmiş olanlar nereye giderlerse gitsinler bu unvanları her zaman karşılarına çıkacaktır.
Çocuklarına erdemli bir hayat yaşamalarını öğütlerken, makam elde etmek amacıyla dalkavukluk yaptığı bireyin yalanan organı gözlerinin önünde ve beyninin bir köşesinde olacaktır. Aynaya baktıklarında dillerinin yalakalığa dönüştüğünü göremeyecekler, ama o yalakalığı her zaman beyinlerinde hissedeceklerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder