KUR'AN'DA RAB KAVRAMI
RAB; Mastardır,sıfat manasını taşıyan arapça bir isimdir. Kalemle (deneme/yanılma) öğretmek de dahil olgunluğa eriştiren bütün yollarını ve inceliklerini kapsamaktadır.
Meselâ: Bir spermayı inceleyip düşünecek olursak yavaş yavaş nasıl tekâmül ettiğini anlamakta gecikmeyiz.
Meselâ: Bir spermayı inceleyip düşünecek olursak yavaş yavaş nasıl tekâmül ettiğini anlamakta gecikmeyiz.
Bu kelime aynı zamanda, öğretici, ıslah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, efendi olmak, sorumluluğunu yüklenmek, başkanlık yapmak, mâlik ve sahip olmak, sözü dinlenmek, itaat edilmek, üstünlüğü ve otoritesi kabul edilmek gibi anlamlara da gelir.
"Şüphesiz benim salatım , ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbı Allah içindir." (6/En'âm, 162)
Kur’ânî bir terim olarak Rab; varlıklar âlemini yaratan ve ne yapacağını öğreten, terbiye ederek geliştiren, onları maddî ve mânevî olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine mâlik ve her şeye sahip olan Allah anlamına gelmektedir. Kur'an'da Allah lafzından sonra en çok kullanılan isimdir.
Rab, yardım etmek, yol göstermek, tasarruf etmek, korumak, her şeye hâkim olmak, emretmek ve yasaklamak, sakındırmak gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip olabilmeyi de ifade etmektedir. Bu özelliğinden dolayı rab kelimesi, Allah'tan başka varlıklar için, bir şeye izâfe edilmeden tek olarak kullanılamaz.
Allah, kendi katında tek geçerli din olan İslâm'ı, insanları, kullara ve diğer varlıklara ibâdet etmekten kurtarıp, Allah'a kulluk etmeleri için göndermiştir. İslâm, insanları kulların zulmünden, Allah'ın adaletine götürür.
Kur'an'da Rab Kavramı
“Rab” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de tam 968 yerde geçer. Kur’an-ı Kerim, besmeleden sonra “Hamd (program), âlemlerin Rabbı Allah’a aittir” cümlesiyle başlamaktadır. Bu giriş oldukça ilginçtir. Kur’an söze Allah’a ait en önemli özelliği vurguluyarak, insanlara bu önemli gerçeği hatırlatarak başlıyor: Allah’ın Rablığı. Tek övgü, Tek saygı ve itaat ifadesi, her türlü şükran duygusu ve bağlılık; âlem diye nitelediğimiz bütün varlıkların asıl sahibi, mâliki, yöneteni, bakıp gözeteni, koruyup ihtiyaçlarını gidereni, onlara dilediği gibi yön veren yüce güç sahibi Allah’a aittir.
Kur'an, ilk mü'minlerin gönlünde sahih bir Allah inancını oluşturmayı hedeflemişti. Çünkü sorun insanları Allah'ın varlığına inandırma sorunu değildi. Câhiliye insanı Allah'ın varlığına zaten inanıyordu. Ama bu insanlar sahih Allah inancını kaybettikleri, Allah'ın olanı (mülkü) başkalarıyla paylaştırdıkları için sapmışlardı. Bu nedenle Allah, ilk indirdiği âyetlerinde insanların zihinlerinde kendi rablığını silinmez bir biçimde yazmayı murad ediyordu. Bundan dolayıdır ki, tam sekiz ayrı yerde şu hitapta bulunuyordu:
"Zâlikümüllahü Rabbüküm" (40/Mü'min, 62, 64)
"İşte bu Allah'tır sizin Rabbınız" Yani, ancak Allah rabbınız olabilir, deniliyor. "Rabbımız Allah'tır deyip sonra da dosdoğru olanlar" (41/Fussılet, 30) ebedî saâdetle müjdeleniyordu.
"Zâlikümüllahü Rabbüküm" (40/Mü'min, 62, 64)
"İşte bu Allah'tır sizin Rabbınız" Yani, ancak Allah rabbınız olabilir, deniliyor. "Rabbımız Allah'tır deyip sonra da dosdoğru olanlar" (41/Fussılet, 30) ebedî saâdetle müjdeleniyordu.
Kur'an'da rablığın belirgin özellikleri açık olarak bildirilmiştir. Bunların başında, insanlardan mutlak itaat ve kulluk istemek, insanlık hayatını ve varlıklar âlemini düzenleyen ilâhî nizamlar koymak, mutlak değer ölçüleri belirtmek gibi özellikler gelir. Bunlardan birini kendine tahsis eden insan, rablık iddiasında bulunmuş olur. Allah, Kur'ân-ı Kerim’de, ibâdet edilecek tek rab olduğunu açık bir şekilde bildirmiş ve kendisine bu konuda şirk/ortak koşulmamasını istemiştir. Buna rağmen, insanların yine de Allah'tan başka varlıkları (melek, nebi, ahbar,ruhban ve birbirimiz) rab edindikleri görülmektedir. Bir kısım insanlar çıkıyor, rabba ait olan özellikleri kendilerine mal etmeye kalkışıyorlar. Sonra da insanları gerçek Rabb'ın emir ve yasakları dışında kendi koydukları kurallara, ilkelere, değer ölçülerine ve kendi düşüncelerine kayıtsız şartsız uymaya çağırıyorlar. Oysa bu durum, rablık iddia etmenin ta kendisidir. Bazı insanlar Allah'ın koyduğu hükümleri bırakıp, onların gayr-ı meşrû emirlerine uyarak onlara kul olurlar. Onların bu durumu Allah'tan başkalarını rab edinmeleri demektir. Kur'an'daki rabla ilgili âyetler bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır.
Kur’an’da Rabb’ın Manaları: Kur’an-ı Kerim, Rab kelimesini bir kaç manada kullanmaktadır:
a) Allah’ın Özel İsimi ve Sıfatı Olarak Kendisine Yönelinen: (26/Şuarâ,77-80; 73/Müzemmil, 9; 6/En’âm, 164) (34/Sebe’, 26).
b) Karşı Gelinemeyen Efendi-Yönetici Otorite: (9/Tevbe, 31; 3/Âl-i İmrân, 64;Yusuf,50).
c) Mâlik/Sahip Manasında: (23/Müminûn,86). 21/Enbiyâ,22)
Görüldüğü gibi Rab Allah’ın sıfatlarından biridir. İlâhlığının bir gereğidir. Rab ismi geniş anlamlı bir sıfattır. Allah’ın yaratıcılığını, evrene sahip ve hâkim oluşunu, insana ait her şeyi yaratıp şekil verdiğini, evrende olan her şeye yüce kudretiyle tasarruf ettiğini, insanlar hakkında hükümler/yasalar koyduğunu ve bu hükümlere itaat etmenin gerekliliğini, mutlak anlamda itaatın ancak Allah’a yapılması gerektiğini, her şeyi elinde tutanın yalnızca Allah olduğunu ifade eder.
Başkasının emrinde olan anlamına gelen "memur" ve görevlilerden bazılarının, yaptıkları bir haksızlığa kılıf bulmak için yapıştıkları bir deyim vardır: "Ne yapayım, ben emir kuluyum." Yaptıkları işin yanlış olduğunu, onu savunamayacağını bilen zavallının, bu birincisinden daha büyük ikinci yanlışıdır, kula kulluğunu belirtmek. Kimsenin kimseyi, Allah'a rağmen her istediğini emredebileceği emir kulu görmesini İslâm onaylamadığı gibi; hiçbir kulun da başka bir kulun kulluğunu kabullenme gibi insanlık şerefiyle bağdaşmayacak aşağılığa rızâ göstermesini de kabul etmez. İslâm'ın hâkim olmadığı yerde, güçlüler kendilerini rab yerine koymaya; zayıflar da bu rab taslaklarının rablığını kabul etmeye meyillidirler. Kur'an'ın rab konusundaki tavrı öncelikle bu iddia ve kabullenmeyi yasaklamaktadır.
Alemlerin Tek Rabbı Allah
(Hamd (program) bütünüyle âlemlerin rabbı olan Allahdır.)" (1/Fâtiha, 1) Burada yaratıcımız, kendisini tanımak isteyenlere "Rab olan Allah" biçiminde tanıtıyor. Allah, tek rabbimizdir, yani O bizi yaratıp da bırakıvermedi. Yarattığı bütün varlıkları terbiye ediyor, eğitiyor, kalemle öğretiyor, tekâmüle erdiriyor. Devamlı, yeniden yaratıyor, geliştiriyor. Prensip, program ve kanunlarıyla iyiye, hayra, güzele yönlendiriyor. Varlıklarda, özellikle canlılarda gördüğümüz tekâmül ve değişim, O'nun rablığının göstergesidir.
"Âlemlerin rabbı": Evrende büyük bir nizam, uyum ve yardımlaşma göze çarpmaktadır. Karada, denizde, dağda, ormanda yaşasın; bazı canlıların, diğer canlılar aleyhine aşırı üremeleri sözkonusu değil. Bütün canlılar, intizamlı şekilde çoğalıyorlar. Erkek-dişi oranları da, bütün hayvanların yaşadığı yerlerde oranlı. İnsanların erkek ve dişi oranları da, akıl almaz şekilde her ülke ve her yerleşim biriminde birbirine oranlı. Büyük bir düzen göze çarpıyor. Gökte eksiklik, aksaklık yok; yerde, “tabiat kanunları” denilen, bizim “sünnetullah” demeyi tercih ettiğimiz Rabbın kanunları tıkır tıkır işliyor. Dünya, içindekilerle birlikte en güzel misafirhane olarak yaratılıp insanın hizmetine verilmiş. Problemler, fesat ve fitneler, Allah'tan ve O'nun yolundakilerden kaynaklanmıyor. Tam tersine Allah'ı tanımayanlar, O'nun düzenini bozmaya çalışıyorlar.
"İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, fesat çıktı, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler." (30/Rûm, 41)
Fesat, düzen bozuculuk, kâfir ve münafıkların özelliklerindendir. Mü'minin özelliği ise fesadın tam zıddı ıslah'tır. O, sâlih amel yapmaya çalışır; yani bozulan düzeni Allah'ın istediği ve insanların huzur duyacağı şekle, aslına döndürme eylemleri içindedir. Bu sâlih eylemler, mü’minin kendi kurtuluşu için şarttır. Toplumun dünyada huzur ve nizamı; ahirette de kurtuluşu için, yani yeryüzünün bozulan düzenini ıslah için yapacağı gayretlerin adı cihadtır.
Eğitim Açısından Rab Kavramı
Rab kelimesi, terbiye eden, yetiştiren, eğiten demek olduğundan, lügat anlamıyla ana babaya rablık (terbiye edicilik, eğiticilik) isnâd edilir . Çocuklarını eğitip terbiye eden anlamındaki bu rablık, tabii ki sınırlı ve mecazî anlamda rablıktır. Elbette, kelimenin tüm anlamlarıyla ve hakiki olarak Allah’tan başka rab yoktur. Kâmil anlamda eğitmek ve yetiştirmek de mutlak ve hakiki Rab olan Allah'a aittir. O, sadece yarattıklarından bir cins olan insanı değil; tüm evrenleri terbiye eden, olgunlaştıran, yönetendir; âlemlerin rabbıdır. Terbiye, her varlığın kendi sınırları içinde tekâmül etmesi demektir. Devamlı yaratma halinde olan, yaratıp da bırakıvermeyen, onları kemâle erdiren de Rab olan Allah’tır. Her varlık, bizzat Allah tarafından terbiye edilmektedir. Bu terbiye, "eğitim" kelimesini hemen tümüyle karşılar.
Kur’an’ın tertibinde (Mushaf’da) ilk âyette Allah’ın bu ismi vurgulandığı gibi, nâzil olan ilk âyette de Rab ismi kullanılır: “Oku, yaratan Rabbının adıyla.” (96/ Alak, 1) İlk insanın yaratılması ve halifeliği konusunda da yine bu isim kullanılır: “Hatırla ki: Rabbın meleklere, ‘Ben, yeryüzünde bir halife kılacağım’ dedi…(2/ Bakara, 30)
Rab isminin geçtiği yukarıdaki konuların eğitimle çok yakından ilgileri vardır. Bunların dışında yine eğitimle direkt ilgili olan başka âyetlerde de Rab ismi vurgulanır: “Oku, insana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazmayı ta’lim eden Rabbın ekremdir (en cömerttir).”(96/Alak,3-5) “Gerçek yönetici olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve ‘Rabbım, benim ilmimi artır’ de.” (20/Tâhâ, 114) “Rabbım, bana hikmet ver ve beni sâlihler (iyiler) zümresine kat.” (26/Şuarâ, 83)
Başkasını eğitmeye, yanlış olma ihtimali olan kendi göreceli doğrularımızı, beşerî prensiplerimizi mutlak doğru Rabbani süzgeçten geçirmeden başkalarına öğretip uygulatmaya hakkımız var mı? Bu soruları rab kavramı etrafında düşündüğümüzde, şunları ifade edebiliriz: Allah'tan başka rab kabul etmemenin pratikteki uygulanışı ve başkasının kulluğunu kabul etmemenin zarûrî gereklerinden biri de, eğitim prensipleri konusunda Allah'ın koyduğu hükümlere ters düşülmemesidir. Başkasının eğitimle ilgili ilkelerini Allah'ın hükümlerine tercih etme, o kimse veya görüşü rab kabul etme anlamına gelecektir.
Rab, mutlak manada kullanılınca, mutlak eğitenin Allah olduğu ortaya çıkar. Allah'tan başka rabbın olmadığına inanan muvahhid mü'minin, “rabb”ın eğiten, yetiştiren anlamından dolayı, Allah'tan başka gerçek anlamda eğitimci -mutlak eğiten- kabul etmemesi gerekir. Eğer vahiyle açıklanan Allah'ın eğitim ve terbiye prensipleri doğrultusunda eğitim söz konusu ise, tabii ki bu eğitim faâliyetinin, başkasını rab kabul etme anlayışına girmeyeceği açıktır.
İnsanı insanla eğitmek zorundayız, ama insanı yine insanın fikirleri doğrultusunda eğitmek, hem zor, hem tehlikeli, hem de gayr-ı meşrûdur. Vahyin yön vermediği insan aklı, mükemmel bir eğitim görüş ve uygulayışı oluşturmakta yetersizdir. Bu, birbirlerinin eksik yönlerini görüp düzeltmeye çalışan tarihteki yüzlerce eğitim görüşünün her birinin teori ve pratikteki eksik ve yanlışlarından da kolayca anlaşılabilecektir. Beşerin vahiyden uzak tüm uygulamalarındaki çıkmazların eğitime yansıması olarak, günümüzde de hâlâ yaz boz tahtasından farksız eğitim teori ve uygulamalarını ve çağdaş eğitimin problemlerini objektif (doğru,olduğu gibi tarafsız)bir gözle değerlendirebilen tüm eğitimcilerin yakınmaları, bu tezi doğrulamaktadır.
Tek rabbım Allah'tır deyip insanların da içinde bulunduğu tüm evreni terbiye edenin ve eğitme hakkına sahip olanın Allah olduğunu kabul eden müslüman, bu inancının sonucu olarak Rabbânî ilke ve prensiplere uymak zorundadır. Kendini ve ehlini ateşten korumak zorunda olan (66/Tahrîm, 6) insanın temel görevi, Allah'ı tek rab kabul edip O'na kulluk yapmak, çoluk çocuğunu da Rabb'ın terbiyesi ile yetiştirmektir.
Kainattaki insanı tanıyabilmek insandaki kainatı tanımakla mümkündür. Evrenle insan arasında oldukça girift, kozmik ilişkiler vardır.Bu ilişkilerin sırrı eşyanın hakikatinde yatmaktadır.İnsan bu ilişkiyi keşfedince mahlukat, içindeki mevkiini daha iyi kavrayacak ve Rabbini bilecektir. İşte bu kavrayış, tanıyış ve biliş sayesinde evrenle aykırı konuma düşmeyecek, ilahi senaryoda kendisi için istenilen en uygun rolü seçecek.Evrenle uyum içinde olmaya gayret edecektir.
Beşeri öğretiler Allah’ın insanı Ahsen-i Takvim üzere yarattığı gerçeğinden çok uzaktır. Nedir bu? Bu yaratılıştaki fıtri mükemmelleşme yeteneğidir. Her insan, bunun için gerekli donanıma sahip olarak yaratılmıştır.
İslam ve insan adeta et ve tırnak tohumla toprak gibi birbirleri için yaratılmışlardır.İnsanda akıl ve irade yaratılmış,doğru kullanımı adı Kuran olan son vahiy kitabında belirtilmiştir.İşte gerçek hürriyetin adı olan İslam’ı, insansız insanı, İslamsız bıraktığınızda başlar o zaman felaketler.İslam insanın evrenle, tabiatıyla ve insanla uyum içerisinde yaşamasıdır. Kısacası İslam insanı insan yapan değerler bütünüdür.İslam sonradan verilen bir fazlalık değil, bilakis özde bulunanın ortaya çıkarılmasıdır. Allah insanı yaratıp ta başı boş bırakmamıştır. Bu öğretinin özelliği, pak fıtratın, zihnin ve kalbin üzerine çöken kiri, pası,isi temizlemektir. Elbette insanı yaratan yarattığı insan içinde bir hayat programı vaaz etmiştir. Şunu iyi bilmek gerekir. İslam dini kendi yetiştirdiği insana benim insanım der ve ona Müslüman adını verir.Başka düzenlerin başka kültürlerin Tağuti yönetimlerin,yani beşeri ideoloji ve sistemlerin yetiştirip eğittiği insanların kendilerini İslam’a nispet etmesi dışsal düzlemde bir olaydır,gerçeği yansıtıp içsel olabilmesi için kendi kişisel düzenini vahiyle oluşturması gerekmektedir.
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vermek istediğini de Biz biliriz.Ona şah damarından daha yakınız."(50/Kaf 16)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder