6 Mart 2013 Çarşamba

Bu Dünyaya Çıplak Geldim, Çıplak Gideceğim!



Suçumu ört ve gece gibi sakla yüreğinin dehlizinde! Bütün olanlar bizim suçumuz biliyorsunuz…Siz zorba, biz ise kurtarıcı olarak ölümü hak ettik!

Suskunluğumuz en büyük aptallıktı! Kadifeden sessizliklerle büyüttük kumdan kaleleri... Ve suskunluğumuz, hakikati karanlığa peşkeş çekmek gibiydi... Öylesine sinsi, öylesine inciticiydi...

Ey zalimlerin kahkahalar attığı zavallı çağ! Ey karanlığın dalga dalga çöktüğü günlerim!
Bakışlarını geriye çevirmiş bir peygamber gibi size bir ders vereceğim...


Köleler tarlalarda ölümüne çalışırken siz hırsınızın esiri oldunuz, kibir ve gururdan dağlar biriktirdiniz! Her gün birkaç köle kardeşim, sırf bu çok ağır çalışma şartlarından kurtulabilmek için intihar ederken sizler sessizliğe bürünüp, ilgisizlik biriktirdiniz. Bağlarınız koptu ve yürekleriniz karanlığa gömüldü. Tufan geldiği zaman gururdan dağlarınız sizi kurtarmayacak. Ruhum düşsün bakışlarınızdaki uçurumlardan ve kanıyla sulasın bereketli toprağı siyah kardeşim! Kendi elleriyle assın yüreğini insafsız vicdanlarınıza!

Şimdi aç domuzlar gibi saldırın altına; beyaz tenleriniz kara zenginliklerde kavrulsun. Yerlilerin kanını döksün beyaz adam, sarıya çalmış vadilere! Cesetler yığılsın ve akan kandan gün kızıla çalsın; güneş utansın ve bir daha doğmasın üzerinize.

Ey yüreği güneş gibi merhamet saçan kardeşim! Ey emeği, damla damla toprağı sulayan kardeşim! Gün geldi, sana ne dediler biliyorsun: sizler için değil bu servetler, bu servetleri Tanrı çok uzaktan gelecek beyaz adam için ayırdı; bunları biliyorsunuz! Ve bembeyaz bir damarı aydınlattı beyaz adam; kendi beyazlığını kar gibi aşikâr kıldı da, tonlarla gümüş, dalga dalga zenginlik olup aktı dünyanın köhne kıtasına! Köhnemiş ruhlar ağlasın ve bir kocakarı gibi yansın haline. Bir daha gelmeyecek baharın tazeliği, kopardığınız her dal tutuşturduğunuz ateşe odun olacak!

Eskiden buralarda sadece sessizlik hüküm sürerdi! Sonsuz bir huzur vardı,  ağaçlar yaprakla dans eder, sular yamaçlara sarılır, yağmur dağ ile eğlenceye dururdu! Ve gün geldi, sadece akşamı getirmek için yaşayan kardeşim zerre zerre kırıldı ve açlığa mahkûm oldu; artık ne yağmur yağıyor, ne de toprak kokusu yayılıyor yeşil yamaçlarımızdan. Mevkiler biriktirdiniz, hiyerarşik dağlar yığdınız önümüze ve geleceğe dair sonu gelmez emeller biriktirdiniz. Her biriktirdiğiniz bize gözyaşı, her yığdığınız bize acı oldu. Yığılıp kalsın hırsınız ve öfkemi emzirsin dağlardan sızan acı! Bir gün bu acılar denizinden geçip gideceğim; bir gün bu dağları delip yok edeceğim!

Patronlar, yoksulluğunla beslenedursun ve Tanrı buyursun! Siz aslında kendi zenginliklerinizin kurbanı oldunuz! Altın hummasına tutulan efendileriniz zafer çığlıkları atsın! Güneş ve ay tutulsun, yıldızlar yere düşsün... Mutlu azınlıklar doysun diye, yığınlar açlıktan ölsün! Bu susuzluk, bu açlık, bu bitmez tükenmez hırs, bu derin uçurum sadece toprakla doyar bilesin!

Daha çocuk yaşta fahişelik yaptırılan kız kardeşimin bakışları yere düşsün! Doymak bilmez şehvet denizinde boğulsun ihanet dolu yüreğiniz! Açlıktan ölen yavruların feryadı biriksin ve yüreği hınç dolu anneler, kederden perişan olsun!

Karın tokluğuna ölesiye çalıştırılan; esir olmasın diye canından kıymetli yavrularını darağacına asan kara kıtanın kardeşleri! Soğuk ve yağmurlu gecelerde ölen madencilerle toprağa karışın vicdanlarınız! Toprak emsin ve acını dindirsin; belki bir gün senin de aklın karışır, belki bir gün alışan yüreğin atar da şafaklara yaraşır! 

Ey malı var diye her söylediğini hakikat sanan aptallar!
Ey mülküne güvenip insanları yargılayan hainler!
Değer biçenler, değersizleştirmeye çalışanlar!
Ey sistematik yok etme planları kuranlar!
Ey başkalarının aklına ve yüreğine parasıyla hâkim olmaya ve ayar vermeye çalışanlar!

Kininizden geberin... Bir daha yüreğiniz çiçek açmasın... Gülleriniz solsun ve bir daha asla güneşe bakmasın...
Ve şimdi dinle beni! Ey ezilmiş yüreği, parçalanmış bedeni ve satılmış düşünceleri, ruhuma intikam yeminleri ettiren kardeşim! Başına gelenlerden dolayı Tanrıyı suçlama, hiçbir şey boş yere yıkıma uğramadı; iyiliği kabul eder de kötülükten yüz mü çevirirsin?

Doğduğum gün yok olsun ve karanlığa bürünsün yüreğim, üzerime bir daha güneş doğmasın! Ölümün gölgesi yayılsın ve kara bulutlar çöksün yüreğime! Zifiri karanlık yutsun geceyi; sevinç sesi bir daha duyulmasın! Gecenin yıldızları kararsın, beyhude beklesinler sabahı ve bir daha şafağın serinliği duyulmasın! Feryadım geceyi mateme boğsun ve kederim okyanus gibi vursun kıyılara!

Rüyalara gebe düşünceler içinde yüreğimi korku ve titreme alsın! Tanrının soluğuyla dirilip, öfkenin rüzgârıyla yok olacaksınız. Bilgelikten yoksun halde gecelesem bile mevsimler boyunca, huzur gelmeyecek ülkeme biliyorum! Ve mevsimler gelip geçecek içimden. Âmâ viran olmuş ülkeme bir daha umut değmeyecek. Bir bulutun dağılıp gitmesi misali... Bir gölgenin çekilip gitmesi gibi... Susuz çöl ve çiçeksiz bahar gibi… Rabbini unutan herkes gibi umudun solacak bilesin... Ama Tanrının Sözü umuttur; umudun yeşerirse, dilin yine gülücüklerle filizlenecek ve dudakların sevinçle dolacak... Ve düşmanlarını utanç bürüyecek uzayan gecelerde, kötülüğün dalları korkunç bir tufanla bir bir düşecek; Ad gibi, Semud gibi, serilmiş kütüklere dönecekler. Biriktirilen herşey rüzgârın önünde yok olacak. Kalpler korkuyla büyürken, toplanan herşey küle dönecek!

Bir ağaç gibi kesildim ve kurudum, gölgelerin çekildiği zamanlar boyunca... Şimdi ne zaman suyun kokusunu alsam, filizlenir ve sürgün veririm... Keşke ölüp gitsem ve sessizliğe kavuşsam yıllarca; keşke nöbetimi devralsa bir başkası ve o güne dek uyandırılmasam! İnsan ölse, tekrar dirilir mi; suyun kokusunu alan kütük tekrar filiz verir mi?

Ey zalim, ey mal biriktiren Karun, ey diliyle düşkünlerin düşlerini zehirleyen engerek soyu!
Ey menfaat biriktirenler, mevki makam biriktirenler!
Ey imaj denizinde öz benliğini yitirenler?
Biriktirdiğiniz gelenekler küle dönsün; bel bağladığınız itibar rüzgâra karışsın!
Ey bilgi biriktiren ve güç devşiren zalimler!
Biriktirdiğiniz bağlılık ve itaat ayaklarınıza dolansın! Biriktirdiğiniz dost ve ahbaplar yüreğinize dert olsun; kahır dolsun günleriniz; kin ve nefret denizinde yok olup gidesiniz!

Ey sevgi biriktirenler, korku ve endişe biriktirenler… Hırsınız deniz olsun, ihtiras dalgaları yok etsin bedeninizi! Geleceğe dair sonu gelmez emelleriniz tüketsin ruhunuzu;  pişmanlık gölge gibi çöksün yüreğinize… Bir daha dünyaya gelmeyeceksiniz, süreniz bitecek ve biriktirdikleriniz size yar olmayacak!

Biliyorum suçun dilini kışkırtıyor; gökler bile gözünde temiz değilse, haksızlık su misali iner midene! Yüzün semirir, miden yağ bağlar; gayrı kanından başka helal kalmamıştır bedeninde! Virane kentlerde tükenecek zenginliğin; filizlerin kor alevlerde yok olacak ve ham hayallerle kalacaksın boşlukta! Rüşvetçinin, zalimin, hainin ve söz taşıyıp iftira düzenin evi başına yıkılacak; filizleri boy vermeyecek artık; çünkü fesada gebe kalanlar, gün gelir sadece kötülük doğurur…

Herkes biliyor,  bey denilen zengin akreplerin öldüğünü; budala efendilerin yok olduğunu! Bir aptal zengin olursa hiç korkmayasın; görkemini mezara götüremez ki! Karanlık mezar, onun evi olacak biliyorsun; sonsuza kadar karanlığa komşu kalacak ve sıradan biri gibi ölüp gidecek. Bir soluk misali geçip gidecek o kendisini soylu zannedenler! Ve bir yalan gibi solup kalacak düşleri; biriktirdikleri duman olacak; toz toprak olup gözden kaybolacaklar! Herkes biliyor, zenginlerin de öldüğünü değil mi?

Zorbalık kasırgalar gibi esti yüreklerinde... Mazlumun emeğini yiye yiye, hırs küpünden gözleri dışarı fırladı. Tepeden bakıp eğlendiler aşağıdakilerle. Gölgesi bilmem kaç fersah uzağa giden zenginlikler yığdılar; sözleri fesat tarlalarına dönüştü ve göğe karşı salyalarını akıttılar! Bırak boş sözleri kıtaları dolaşsın; nerde şimdi kıtalara hükmedenler! Ne adları kaldı ne de yığıp durdukları iktidarları! Nerde şimdi mazlumları tir tir titretenler, nerde güç ve iktidar biriktirenler! Ne tahtları kaldı ne de saltanatları…

Kalbim kırıldı ve içim acıyla doldu... Bedenim ve yüreğim tükenebilir. Âmâ hüznüm denizler misali kabarıp isyana dönüşecek biliyorum...

Gün senindir gece senin... Bu yoksulluk, bu geri çevirmeler hep senin. Mazlumlar için yükselen bu ağıtlar senin...şiir senin...düş senin…içimde boğulan bu feryadım hep senin...

Günleriniz boşluk, yıllarınız dehşet içinde geçecek... Yüreğiniz şüphe çölüne dönüştü de, içinizden Tanrıyı denediniz öylemi? Şimdi sonsuz utanca boğulun... İniltilerimiz yükselsin arşa... Çocukların çığlığı bölsün geceyi... Mazlumun feryadı dalgalansın semada. Özgürlüğe ve adalete savaş açan günahkârlar; gün geldi azizlerin adına mabetler diktiniz. Hani nerde dualarımıza ateş püskürdüğünüz o günler. Kutsal sözleri mabede mi gömeceksiniz? İsyanım sizi bir düş gibi siler süpürür bilesiniz...

Sevgiyle buluşan sadakat senin... Doğruluğu çağıran esenlik senin....göklerde tebessüm eden hakikat senin...umut senin, düş senin....yüreğime her gece vuran ay ışığı senin....

Ağzından bal damlar, ama yüreğinde savaş var... sözlerin keskin bir kılıçtır, kalbin biçilmeye hazır bir ekin misali....şimdi sana yanmalıyım biliyorum...Gözlerimi kapatıp seni yüreğimin dehlizine kapatmalıyım...gönlümü parçalayıp, seni içine koymalıyım.... bedenim ve yüreğim yokluğa karışabilir; ama kederim dalga dalga kabarıp feryada dönüşecek biliyorum....

Gürleyen deniz senin....hazineler dolu yeryüzü senin....el çırpan ırmaklar, sevinçle haykıran başı dik dağlar senin....güneş senin, ay senin...gece olunca karanlığa ışık saçan yıldızlar senin....
Zincir vurup incittiler bileklerimi, ama ölmedim...demir halkalar geçirdiler boynuma, fakat yılmadım....kalbim üşüdü ve gözyaşlarım aktı kara toprağa....

Suçsuzların kanını döktüler ve kirlettiler yeryüzünün masumiyetini...ama dinmedi alev alev yanan öfkem....öfkeye zincir vurabilir misiniz? İsyanın boynuna esaret giydirebilir misiniz?

Yokluk bir haydut gibi, yoksulluk heyelan gibi çöker üzerime....ey çağın gafilleri! Altın yerine bilgiyi, gümüş yerine terbiyeyi edinin....bilin ki, insanın en değerli hazinesi güzel ahlakı ve ilmidir...doğru insanın dili yaşam pınarıdır...zorbalar kötülüklerini sözle gizlerler...kelimelerin arkasına saklarlar nefretlerini...Fakat, gazap günü, servetler işe yaramayacak, bilesin....

Hesap için ağarsın ebedi sabah,; dile gelsin azalar, söz söylesin niyetler.....açılsın ve sırrını beyan etsin kalpler....Şimdi o buzdan gelenekleriniz, o kibriniz, o imajınız eriyip gidecek.....mazlumun güneşi yakacak kara soğuğu....gelenekleriniz, cahiliye yüreklerinize katmer katmer çökecek bilesiniz...

Doğruların yolu şafakta ağaran gün ışığı gibidir, sonra güneş gibi yükselir....ve umutsuz kalpleri aydınlığa boğar...Şimdi çok üşüyoruz, çünkü şafak atıyor yüreklerde…

Yoksul olup hakikate komşu olmak, zengin olup kaygı içinde yaşamaktan iyidir...aç kalmak alçalmaktan güzeldir....Ve gururun ve küstahlığın sonu yıkımdır, kibirli bir ruhun ardı sıra çürüme gelmektedir bilesin...yoksul olmak yalancı olmaktan yeğdir....desinler diye yaşamaktansa hakikat aşkıyla yok olmak efdaldir bilesin....

Bilgi akıtan dudaklar bir mücevher denizinden daha değerlidir....yoksulun feryadına kör ve sağır olanın sesi, kuru bir çölde serap olup gidecektir...duyulmayacak bilesin...ölüm ve yıkım diyarı, yüreği karanlık kişilere doymaz....karanlık hakikate ilgisiz kalmaktır bilesin...

Ey yoksulları yoksun bırakan,  azgın yürekler...Ey çöle dönmüş kalpler ve kum gibi zihinler....bir sis gibi geçip gideceksiniz....

Yoksulla alay edenin....gösteriş olsun diye verenin....zekat ve fitre kaçakçılığı yapanın....kendi yüreği sonsuz bir boşlukken, komşudan bahsedenin....dişleri kılıç, çenesi hançer olanın, yoksulu yiyip bitirenin...Gün gelir de kuru ekin gibi biçilecek olanın...


Sakın umutsuzluğa kapılma kardeşim....Öfke senin....isyan senin....gün senin...ateşe verilen dalgalar misali yükselen devrim senin....alevin yutsun hırs ve kibir putlarını...Alev gibi yalasın biriktirilen hazineleri....yakıp kül etsin...tadın bakalım biriktirdiklerinizi....eyvahhh….eyvahhhhh...ne malım bana fayda verdi, ne de kazandığım desin birileri....

Gözyaşlarım dolansın boğazınıza. Sıksın ilmek ilmek nefesinizi...kessin o değersiz sözlerinizin başını....Anlamlandırılmamış nefesler, her anı hayal kırıklığına uğratsın...manasız adımlar dünyamı kedere boğsun.... Bedenim ve yüreğim toza karışabilir... Ama feryadım asla dinmeyecek... İntikam şarkıları söyleyecek dertli yüreğim... Ve hüznüm, depremlere dönüşecek bilesin...

Güneşin altında yeni bir şey yok...boşluk üstüne boş bir dünya....bütün ırmaklar denizlere koşar da, yine dolmaz denizler....herşey aslına döner...ırmaklar doğduğu yere vurgundur....önce ne olduysa yine o olacak.....ne yapıldıysa tekrar tekrar  yapılacak....güneşin altında yeni bir şey olmayacak...insanoğlu aptallığını seyre dursun....her doğan, milyon yıllık ezberi tekrara dursun.....sen döngünü tamamla ve asil bir ruhla sahibinin huzuruna çık...bak bu yeni, diyebileceğin hiçbir şey yok....yapacağın bütün işler rüzgarı kovalamaya çalışmak misali...gökyüzünü avuçlayabilir misin....suları şekle sokabilir misin?

Bilge olduğunu mu sanıyorsun...bilgelik boştur...bilgin arttıkça acın da artar....bilgelik sadece keder getirir, hazan vurmuş yurduna....ne yaparsan yap...ne kazanırsan kazan...sonun ölüm....çünkü bildim, gördüm ve yaşadım; böylece hayattan nefret ettim....herşey boşmuş.....bütün sıkıntılar rüzgarın peşi sıra koşmakmış öğrendim....

Güneşin altında geçirdiğim bütün günlere lanet ettim...bütün emeklerimden nefret ettim....çektiğim onca zahmet sadece acı ve dert oldu yüreğime...bırakıp gitmek zorundayım her şeyi...bütün bildiklerimi içime gömerek, bütün bağlılıklarımdan firar ederek her şeyi yakıp yok etmeliyim...hiç emek çekmemiş birine, hiç sevmemiş, dert nedir bilmemiş birine....ve adım unutulacak biliyorum....sıradan biri gibi geçip gideceğim...ıssız vadiye otur ve rüzgarın sesini dinle....hüznümü duyuyor musun?

Biriktirip yığmaktan daha büyük bir zahmet olmasa gerek...

Güneşin altında yapılan baskıları gördüm. Ezilenlerin gözyaşlarıyla beraber aktım toprağa; feryatlarıyla göğe yükseldim. Her şeyin bir zamanı var biliyorum.....doğmanın ve ölmenin.....almanın ve vermenin....ağlamanın ve gülmenin bir zamanı var.....aramanın, bilmenin; sevmenin ve isyan etmenin bir zamanı var....

Neyin iyi olduğunu kim bilebilir ki... Güneşin altında yarın ne olacağını kim bilebilir ki. Ölüm günü doğduğum günden, yas evi şölen evinden iyidir belki de! Kim bilebilir ki?
Ey engerek soyları!

Refah içinde yüzdüğünüz halde yalanlayanlardan oldunuz. Yedikleriniz boğazınıza düğümlenecek... Yeni doğan bebeler ak saçlı ihtiyarlara döndüğü gün, yenilmiş ekinlere döneceksiniz... Gök yeni bir doğuma gebedir ve vadedilen gerçekleşecektir... Arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyin. Allah a güzel bir borç verin...Ve bilin ki, ne ile verirseniz onunla alacaksınız....

Ey iyilik yapmayı kazanç kapısı haline getiren zekât kaçakçıları!
Ey gözyaşlarından servet ve iktidar devşirenler!
Ölçüp biçtiğiniz düzenleriniz başınıza geçecek... İyilik ayağa kalkacak ve bir daha pişmanlık olmayacak… Cehennem ateşi, her şeye kendi özünü gösteren bir ayna olacak... tadın bakalım duygularınızı, tadın iğrenç düzenlerinizi, tadın diğerleri için kurduğunuz hilekar düşlerinizi!
Ey Allah yokmuş gibi davrananlar!
Dizde dermanın kalmadığı gün...bakışlar dehşetten yere düştüğü gün….
Zilleti kuşanacak ve bir daha asla hakikati söyleyeni, gözlerinizle devirecekmiş gibi bakamayacaksınız….kendi bakışlarınız devrilip düşecek uçurumlara….
Güneşin defteri dürüldüğünde….
Yıldızlar sönüp bir bir döküldüğünde…
Denizler fokurdayıp taştığında….
İnsanın yüreği korkudan deniz misali taşıp, içindekini ayan ettiğinde….
Ve diri diri gömülen çocuğa hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğunda….
Ve sorulduğunda, açlıktan ölen çocuklara neden kendilerine el uzatılmadığı…..
Yüreğinin derisi soyulduğunda….
Ve gök bir deri misali soyulup alındığında….
Yokluğun zifiri karanlığı, varlığı dehşete düşürdüğünde….
Henüz soluk almaya başlayan gece misali dirileceksiniz….
Ve herkes ettiğini bulacak, herkes kendi evini yapacak ve de yakacak bilesiniz….
Allah için paylaşmadıklarınız sizi kurtarmayacak; sabaha yürüyen gece gibi olmazsanız, bir daha yüreğinize güneş doğmayacak bilesiniz!
Sabaha koşan geceye andolsun!

Yoksulu doyurmaz, yetimi kayırmaz, hırsla biriktirdiklerinize taparsanız, o taptıklarınızı tadacaksınız bilesiniz…..her yapan ettiğini görecek…her veren fazlasıyla alacak….vermeyene karanlık geceler yoldaş olacak….

Yeryüzü sarsılıp viran olduğu gün, kalpler de tir tir titreyip üryan olacak….Cennete giden yol, her günkü işlerin içinden geçer….hakikate varan yol, yıkık mahallelerden, viran köylerden ve kırık kalplerden geçer bilesiniz….

Göğüsler kabir gibidir, içindekileri görmek için aşkla deşmek gerekir…aşkın değmediği bir yürek kuru çöl gibidir...geleneğin tozu ve kibrin rüzgarıyla kavrulup kararmıştır.....

Öfke ateşiyle civarını tutuşturanlara….kıskançlıktan kıvranıp duranlara….sisler içinde yürekleri bulandıranlara…insanın yüreği akan suya benzer…bulandı mı dibini göremezsin….servet hırsıyla bulanmış bir kalp çamurlu suya benzer…ondan hiç kimse içemez, durulup temizlenene kadar….bulanık bir kalp ancak  ikram yağmuruyla paklanır bilesin….

Ateş biriktirenlere lanet olsun. Ateşe odun taşıyanlar kahrolsun… Dipsiz bir uçurumun bağrına çağıranlar yok olsun…aklı tutulan ve iradesi yok olana, gecesi gündüze dönmeyene veyl olsun….göz gördüğünü yalanlamayacak….ne şaşacak, ne de kamaşacak…asla haddini aşmayacak….şimdi siz ağlayın ey haddini aşan kullar….gülmeyin bir daha….asla kafa tutmayın…surat asıp parçalayın yüreğinizi….hayat tohumu bir daha filize durmayacak…kurumuş ağaç bir daha yemyeşil sürgünler vermeyecek…

Bu dünya yok olacak ve bir gün yepyeni bir yaratılışla yeniden inşa edilecek... O gün herkes, zamanın bile unuttuğu mezarlarından irkilerek doğrulacak ve mahşere koşacak...

Mevsimi değil biliyorum....sen yalnızsan ben kimsesizim....senin gözün yaşlıysa ben çaresizim....sen açsan ve gözlerinden yaş akıyorsa ben biçareyim....

Tanrılar icad edenlere, Onun temsilcisiymiş gibi ahkâm kesenlere, hiyerarşiler içinde maskeler yontanlara, yapmacık gülüşlere, utançlarından saygınlık devşirenlere yazıklar olsun!

Ey sarp yokuşlardan geçen, ateş dolu vadilerden koşan hakikat yolcuları! Benlikteki tohum yeşerdi ve güneş gibi yükseldi semaya; işleriniz ışık oldu ve karanlığı yarıp sabaha ulaştı!

Ey akıbetlerinden zerre miktar endişe etmeyen zalimler!

İnkara şartlandınız biliyorum…eğer bilirseniz inkar da bir önyargı şeklidir; eğer bilirseniz, iman etmek, önyargıları aşkın ateşinde yakıp kül etmektir…kıyametin yaklaşıyor ey insanoğlu….gönül ülken yerle bir olup, içindekileri dışarı atacak bilesin….yeryüzü dile gelecek ve tabir edecek gördüğün her bir rüyayı….
Kendini kınayan her nefis günün kaygısını çeken nefistir… Anı anlamlandıran, başıboş olmadığını bilen nefistir… Ama umutsuzca donup kalan yüzler sararıp solacak. Bir daha asla kahkahalar olmayacak!

Ey hakikate iftira düzenler!
Ey ayıp ve kusur arayanlar!
Ey malı mülkü yığıp istifleyenler!
O zenginlik seni ölümsüz mü yapar sandın! Kendi sonsuzluğunu gün be gün yok etmektesin görmez misin? 

Kırıp geçiren ve iliklere işleyen bir ateşe odun yığmaktasın bilmez misin? Sönmüş köz gibi kararıp küle döneceksiniz; bir daha alev almayacak içinizdeki hakikat tohumu! Işığınız çekilip alındı, tümden gecede kaldınız…

Homurdanan ateşler yansın içinizde… Yok olmak için, feryat edin ve tüm ölümleri çağırın…..yel savurmuş küle döneceksiniz…. Terkedilmişlik çığ gibi düşecek yüreğinize…

İbadetlerin içini boşaltıp, zevklerin dibine vuranlar, derin bir düş kırıklığı yaşayacaklar…malları fayda vermeyecek ve güçleri ellerinde patlayacak… Ve gün gelecek, her can kendi derdine düşecek...her nefis ettiğini bulacak...dalgalar zifiri karanlık gibi sizi kuşatıp, biriktirdikleriniz yüzlerinizi yalayıp durduğunda;  keşke bugün toprak olsaydım, keşke hiç yokmuşa dönseydim diyeceksiniz!

Ey dağlar! Sesime ses katın! Yürek dağlayan bir umutsuzluk bizi alıp götürmeden…
Gök, felaket taşıyan bir dumanla kaplanacak o gün....bir gece yola düşeceğim...geride bırakacağım sodom ve gomorreyi....siz benim bir daha serin diyarlara varamayacağımı mı sandınız?

Ve bir sabah bineceğim Nuh un gemisine! Kurtuluşa yelken açacağım... Dağlar seni korur sanma, bir dalga alır da götürür seni... Nuh un oğlu olsan güvenme kendine... Muhammed in kızı olsan bile mağrurlanma... Hakka karşı zelil bakışlar taşıyan başlar, zelil olacak bilesin... Alay ettiğiniz şey sizi çepeçevre kuşatıp yokedecek...

Bütün bağların zulmünden kurtardım işkencelere uğramış ruhumu... Zenginleri inşa ettikleri saraylarında terk edip gittim... Ruhlarının fukaralığıyla bir başlarına kalakaldılar; taştan ve demirden inşa ettikleri mezarları olacak biliyorum! Kendi ülkemden sürüldüm ve başka topraklara göç ettim; seni alçaltan bir diyarda yaşamanın anlamı yoktur... Bütün peygamberler ve cümle azizler gibi sürüldüm yurdumdan... Kimsenin istila edemeyeceği gönül ülkeme sığındım...

Bilmem kaç kez, yumuşak düşlerim, kaya gibi ezberlere çarpıp parçalandı bir bilseniz. Kalem kâğıda değdiyse, bağrım dertten lale gibi yanık diyedir.

Şimdi affetmenin azizliğine sığınıyorum; kin ve nefret insana yüktür biliyorum. Ömrün ve anın akışı içinde akıp gitsin ruhum. Bir ırmak gibi çağlayıp temizlensin düşüncelerim…

Ey Rabbim!
Yüreğim Senin Sözünle titrerken, feryadım arşa ulaşsın!
Ya Rabbim!
Sözün, dilimde ezgilere dönüşsün! Tersine aksın zalimler için akan nehirler… Güneş bir daha onlara sabahı getirmesin! Karanlık ufuklarını kaplasın ve yalancı aydınlıkları geceye dönsün... Şafak bir daha nefes almasın yüreklerinde....zifiri gecelerde kalsınlar....sonsuza kadar...
Artık sus, konuşma bir daha...

Geleceğe dair tasaların, karabasan gibi çöktü yüreğine! Bitmez tükenmez sözlerin, akılsızlığı besleyip büyüttü....

Artık sus ve sessizliğe teslim et yüreğini!
Anasının rahminden çırılçıplak doğar insan biliyorsun... Bişey götüremez güneşin altındaki emeğinden... Fırtınalardan sakladığı o esaretinden çalıp götüremez...
Çıplak geldi ve çıplak gidecek…

Reşat CENGİL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder