24 Aralık 2012 Pazartesi

İBRAHİM'in KELİMELERİ


İBRÂHÎM'İN SORUMLU TUTULDUĞU KELİMELER:

BAKARA 124. Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler ile belâlandırmış [sınamış], o da onları tam olarak yerine getirmişti. O [Rabbi], "Ben seni insanlara imam [önder] yapacağım" demişti. O [İbrâhîm], "Zürriyetimden de (önderler yap)!" dedi. O [Rabbi], "Benim ahdim zalimlere ulaşmaz!" dedi.

Âyetteki Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler ile belâlandırmış [sınamış], o da onları tam olarak yerine getirmişti ifadesinden, İbrâhîm Peygamberin belâlandırıldığı anlaşılmaktadır.

Belâ kelimesinin sözlük anlamı, "yıpratmak, bitkin düşürmek"tir. Sınanmak veya denenmek de insanı yıpratan bir süreç olduğu için, bu sözcük zamanla "belâ" sözcüğü yerine kullanılır olmuştur.

Yüce Allah fert ve toplumları bazen sıkıntılara, zorluk ve darlıklara maruz bırakabilir ki bunlar, bir bakıma insana verilen belâ hükmündedir. Bu sınamanın/ denemenin nedeni, insanların akıllarını başlarına almalarını, yanlış yolda olanların istikametlerini düzeltmelerini, isyan içerisinde olanların Allah'a itaate dönmelerini sağlamaktır. Dinin emir ve yasakları da bir anlamda belâdır. Çünkü bazı emirler insan bedenine zorluk verir, bazı yasaklar ise nefisleri disiplin altına alır. Böyle durumlarda insanların iyisi ile kötüsü, şükredeni ile nankörü belli olur. Belâ sözcüğü ile ilgili olarak şu Âyetler incelenebilir:

Bakara Sûresinin 49, 155–156, 249; Sâffât Sûresinin 106; Duhân Sûresinin 33; Mâide Sûresinin 48, 94; En'âm Sûresinin 165; Âl-i İmrân Sûresinin 152, 154, 186; A'râf Sûresinin 141, 163, 168; Enfâl Sûresinin 17; Yûnus Sûresinin 30; Hûd Sûresinin 7; Mülk Sûresinin 2; Muhammed Sûresinin 4, 31; Enbiyâ Sûresinin 35; Kehf Sûresinin 7; Neml Sûresinin 40; Fecr Sûresinin 15–16; Nahl Sûresinin 92; İnsan Sûresinin 2; Ahzâb Sûresinin 11; İbrâhîm Sûresinin 6. Âyetleri .

Bu "belâlandırma", Kur'ân'da bazı yerlerde "fitnelendirme" olarak yer almaktadır. Bu konu ile ilgili detay için, Sâd Sûresinin sonundaki Fitne başlıklı yazımıza bakılabilir. [87–96] Tebyînu'l-Kur’ân; c.2, s.452–454.

Özetle ifade edilecek olursa, belâlandırma ya da fitnelendirme, "zorlu-sıkıntılı bir eğitim ve öğretimden geçirerek olgunlaştırıp arındırmak" demektir.

Demek oluyor ki İbrâhîm Peygamber de, önder olabilmek için zorlu bir eğitim ve öğretimden geçtikten sonra önder kılınmıştır. Ayrıca, bu Âyetten, gerekli donanıma sahip olmayan kimselere kamu görevi verilmemesi gerektiği mesajı da çıkarılabilir.

Birçok kaynakta, İbrâhîm Peygamberin belâlandırıldığı bu kelimelerin; sünnet olmak, etek tıraşı olmak, tırnak kesmek, bıyıkları ve saçları kısaltmak, koltuk altı ve kasık kıllarını yolmak, saçları ortadan ayırmak, misvak kullanmak ve tuvalet sonrası su ile temizlenmek gibi şeyler olduğu yolunda iddialar ileri sürülmüş, bunlar da Rasûlullah'a fatura edilmiştir.

Kur'ân'dan anlaşıldığına göre bu kelimeler, "İbrâhîm'in yerine getirmekle yükümlü tutulduğu görevler"dir. Nitekim o, yeri gelmiş tevhid uğruna sıkıntılara maruz kalmış, çoluk-çocuğunu mağdur etmiş, yeri gelmiş tüm servetinden olmuş, ama daima Allah için hizmete koşmaya devam etmiş, görevinde kusur etmemiştir. Bu sebeple de Allah İbrâhîm'i övmüştür:

(Necm: 36–37) Ya da haberlenmedi mi Mûsâ'nın sayfalarındakiler ile ve de o çok vefalı İbrâhîm'in sayfalarındakiler ile?

(Nahl: 120–123) Şüphesiz İbrâhîm içtenlikle Allah'a boyun eğen, hanif [dönmüş], O'nun [Allah'ın] nimetlerine şükreden başlı başına bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı. Ve O [Allah], o'nu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı. Ve Biz o'na [İbrâhîm'e] dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz o, âhirette de kesinlikle sâlihlerdendir. Sonra sana, "Hanif olan ve müşriklerden olmayan İbrâhîm'in milletine tâbi ol" diye vahyettik.

(En'âm: 161) De ki: "Şüphesiz Rabbim, beni doğru yola kılavuzladı; dimdik ayakta duran bir dine, hanif İbrâhîm'in milletine. O [İbrâhîm], ortak koşanlardan olmamıştı."

(Âl-i İmrân: 67–68) İbrâhîm Yahudi ve Hıristiyan değildi. O Müslüman bir hanifti. O, müşriklerden de değildi. Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanları, elbette o'na uyanlar, bu Peygamber ve şu iman eden kimselerdir. Allah mü'minlerin velîsidir [yakın olanı, yardım edeni, yol göstereni, koruyanıdır].

(Sâffât: 83–113) Hiç kuşkusuz İbrâhîm de o'nun [Nûh'un] grubundandı. Hani o Rabbine selim bir kalple gelmişti. Çünkü o [İbrâhîm], yıldızlara öyle bir bakış baktı ki! Sonra da 'Şüphesiz ben hastayım [sancılıyım, fikir sancısı çekiyorum]' dedi. Hani o, babasına ve toplumuna, "Siz neye kulluk ediyorsunuz? Allah'ın astlarından birtakım uydurma ilâhları mı istiyorsunuz? Peki, âlemlerin Rabbi hakkında kanaatiniz nedir?" demişti. Bunun üzerine onlar [babası ve kavmi], o'ndan [İbrâhîm'den] arkalarını dönerek geri durdular [onunla ilişkiyi kestiler]. Sonra da o, onların ilâhlarına sokulup, "Yemez misiniz/nasiplenmez misiniz? Neyiniz var ki, konuşmuyorsunuz?" dedi. Hemen sağ eliyle/yemini nedeniyle bir vuruşla sokuldu. Bir süre sonra, onlar [İbrâhîm'in halkı] koşarak İbrâhîm'le yüz yüze geldiler. O [İbrâhîm], 'Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır' dedi. Onlar, "Şunun için bir duvar yapın da bunu cahîmin [çılgınca yanan ateşin] içine atın!" dediler. Onlar, o'na [İbrâhîm'e] tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. Ve o [İbrâhîm], 'Kuşkunuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek: Rabbim! Bana sâlihlerden birini lütfet!' demişti. Bunun üzerine Biz, İbrâhîm'e yumuşak huylu bir delikanlıyı müjdeledik. Sonra ne zaman ki o [müjdelenen çocuk] o'nunla birlikte koşacak duruma/ o'nunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman o [İbrâhîm], "Oğulcuğum! Şüphesiz ben, uykumda; şüphesiz kendimi seni boğazlıyor [helak; perişan, mağdur ediyor] görüyorum. Bak bakalım sen ne görürsün [sen ne düşünürsün]?" dedi. O [oğlu], "Babacığım! Sen emir olunacağın şeyleri yap! İnşaallah beni (sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere) sabredenlerden bulacaksın" dedi. Sonra ne zaman ki ikisi de İslâmlaştılar ve O [İbrâhîm], o'nu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz o'na, "Ey İbrâhîm! Sen o rüyayı kesinlikle onayladın" diye seslendik. –Şüphesiz Biz, Muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] işte o'nun gibi karşılıklandırırız/ödüllendiririz.– Şüphesiz bu [oğulu yüzüstü bırakma işi], kesinlikle apaçık bir belâdır. Ve Biz o'na [İbrâhîm'e], bu boğazlayacağı [helak; perişan, mağdur edeceği] çok büyük şey karşılığında/sebebiyle bedel [bahşiş] verdik. Ve sonradan gelenler içinde o'nun hakkında... bıraktık. Selam olsun İbrâhîm'e! İşte Biz iyilik-güzellik üretenleri o'nun gibi ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim inanan kullarımızdandır. Ve Biz o'na sâlihlerden bir Peygamber olarak İshâk'ı müjdeledik. Ona [İbrâhîm'e] ve İshâk'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de iyilik-güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine zulmeden vardır.

(Enbiyâ: 51–70) Ve andolsun ki, Biz daha önce İbrâhîm'e rüşdünü vermiştik. Ve Biz o'nu bilenler idik. Hani o [İbrâhîm], babasına ve kavmine, "Israrla kendisine tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti. Onlar, "Biz atalarımızı bunlara tapanlar olarak bulduk" dediler. O [İbrâhîm], "Andolsun ki sizler ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz" dedi. Onlar, "Sen bize hakkı mı getirdin, yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?" dediler. O [İbrâhîm] dedi ki: "Bilakis, Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O yaratmıştır. Ben de buna şahitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza kesinlikle bir tuzak kuracağım." Sonra da o [İbrâhîm], ona müracaat etsinler diye kendilerine ait büyükleri dışında bunları parça parça etti. Onlar [kavmi], "Bizim tanrılarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, kesinlikle zalimlerdendir" dediler. Onlar [bazıları], "Onları anıp duran bir genç duyduk. Onun için 'İbrâhîm' deniliyor" dediler. Onlar, "O hâlde o'na tanık olmaları için o'nu [İbrâhîm'i] insanların gözleri önüne getirin" dediler. Onlar, "Ey İbrâhîm! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler. O [İbrâhîm], "Aksine, onu şu büyükleri yaptı. Konuşabiliyorlarsa haydi onlara sorun" dedi. Bunun üzerine kendi kafalarına [vicdanlarına] döndüler de, "Şüphesiz siz, zalimlerin ta kendisisiniz" dediler. Sonra onlar yine kendi kafalarına döndüler, "Andolsun ki bunların konuşmayacağını bilirdin" dediler. O [İbrâhîm], "O hâlde, Allah'ın astlarından size hiçbir şeyce fayda vermeyen ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de, Allah'ın astlarından taptıklarınıza da üff [yazıklar olsun]! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?" dedi. Onlar [kavmi], "Eğer yapanlarsanız, şunu tahrik edin [yandırın] ve tanrılarınıza yardım edin" dediler. Biz, "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı soğuk ve güvenli ol" dedik. Ve o'na bir düzen kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğramışlar kıldık.

(Ankebût: 16–27) İbrâhîm'i de (Elçi gönderdik/kurtardık). Hani o, kavmine, "Allah'a ibâdet edin ve O'na takvâlı davranın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır Şüphesiz siz Allah'ın astlarından birtakım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki o, sizin Allah'ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Yalnızca O'na döndürüleceksiniz" demişti. Sonra o'nun [İbrâhîm'in] toplumunun cevabı, yalnızca, "Onu öldürün veya tahriq edin [yandırın]" demeleri oldu. Sonra da Allah o'nu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için ibretler vardır. Ve o [İbrâhîm] dedi ki: "Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah'ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lânetleyecektir. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur." Bunun üzerine o'na Lût inandı. Ve o [İbrâhîm] dedi ki: "Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, Azîz ve Hakîm'in ta kendisidir. Ve Biz o'na İshâk'ı ve Ya'kûb'u bağışladık. Ve soyu içinde Peygamberlik ve Kitap kıldık. Ve Biz o'na dünyada ücretini verdik. Şüphesiz o, âhirette de sâlihlerdendir.

Konumuz olan 124. Âyetteki, Benim ahdim zalimlere ulaşmaz ifadesiyle, kamu görevi üstlenecek olanlarda, "güç"ün yanında İbrâhîm'e ait niteliklerin de aranması gerektiği mesajı verilmektedir. Yani, "İbrâhîmî sıfat" taşımayanlar, kamu görevi üstlenmeye ehil sayılmamalı, onlara kamu görevi verilmemelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder