Aşağıda Kur’an’da ‘kurban’ ile ilgili ayetlerin bir haritasını çıkardım. En  çok bilinen meal (Diyanet) ile Kur’an’ın Arapçasını karşılaştırdım. Doğrular ve  yanlışlar kendi araştırma ve bilgilerime göredir.
Bizim işimizin “gönüller fethetmek” değil; “zihinler  açmak” olduğunu hatırlatırım. Malum bu işin bedeli ağır, sabrı zor ve  fakat meyvesi tatlıdır.
Bakın ortaya nasıl bir sonuç çıktı.
***
YANLIŞ: “O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.”  (Kevser; 5)
DOĞRU: “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs  ger/diren” (Kevser;5).
Tefsiri: Sana “Böyle giderse her şeyden mahrum kalacak. Kendi  kendini mahvediyor. Kendine yazık ediyor. Putları tanımamakla, Kureyş  geleneklerine ve kurulu düzenine karşı çıkmakla toplumda bir yere gelemeyecek,  sönüp gidecek.” diyorlar. Oysa yakında görecekler kimin sönüp gideceğini/ebter  olacağını. Bunun için sen Allah’a yönel/destek iste (salât et) ve  saldırılara göğsünü siper et/diren (nahr yap). O zaman göreceksin sönüp  gitmek bir yana, destek ve nimet (kevser) asıl sana yağacak…
Görüldüğü gibi ayet namaz kılmak ve kurban kesmekle ilgili değil.
***
YANLIŞ: “Biz, (İbrahim’e) büyük bir  kurbanlık vererek onu (İsmail’i)  kurtardık.” (Saffat; 107)
DOĞRU: “Biz onu büyük bir kazaya uğramaktan kurtardık”  (Saffat; 107).
Tefsiri: Hz. İbrahim bir rüyasında oğlunu boğazlıyor görmüştü.  Durumu oğluna açınca o da 'sana söyleneni yap' dedi. Oğlunu kendi çağında çokça  yapılanlar gibi ‘kurban’ etmek istedi fakat Allah ona seslenerek onu bu işten  vazgeçirdi. Böylece kendisi büyük bir kaza yapmaktan, oğlu da büyük bir kazaya  uğramaktan kurtarıldı. Veya ona büyük baş bir kurbanlık fidyesi verilerek  kurtarıldı. Böylece insanlık tarihinde çok büyük bir adım atılmış oldu. İnsan  kurbanları çağı kapandı.
Ayette geçen “zibh” kelimesi Arapça’da kaze zede, kazaya uğramak  (zebîha) anlamına da geliyor. Böyle bir tefsir de mümkündür. Bu durumda  fidye kelimesi de kurtarmalık bedeli manasına geliyor. Burada fidye,  İbrahim’in oğlunun canı oluyor.
***
YANLIŞ: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit  olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak  verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde  (onları kurban ederken)  Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de  yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hac: 28)
DOĞRU: “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım yararlara tanık  olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak  verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde  Allah’ın ismini ansınlar. Onlardan siz de  yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (Hacc; 28)
Tefsiri: Eski çağlarda tapınak kamu alanı demekti. Tâ Sümerlerde  bile vardır. İnsanlar ihtiyaç fazlası ne varsa (hayvan, buğday, un, elbise,  altın, gümüş) tapınağa getirirdi. Hayvanların üzerine “Tanrı  malı” diye isim yazılırdı. Mesela un torbası ise onun da üzerine bu  isim yazılırdı ve o artık kamu malı olurdu. Hatta matematikteki rakamlar  tapınağa getirilen ve kamu malı (tanrı malı) olduğu seçilsin diye hayvanların ve  torbaların üzerine atılan çizik ve çeltiklerden doğmuştu.
İşte bunlar kamuya (Tanrı’ya) adanmış mallardı. Orada ihtiyaç sahiplerine  dağıtmak için toplanmaktaydı. Oraya gelen ihtiyaç sahiplerine (yoksullar,  garibanlar, kimsesizlere) eşit bir şekilde dağıtılırdı. Bu arada uzaktan  gelenler olduğu için onlara ikram maksadıyla bazıları da kesilirdi. “Yiyin”  denmesi de bundandır.
Görülüyor ki Kur’an eski çağlardan beri gelen ve tapınağı “kamu  alanı” olarak gören anlayışı sürdürmekte ve Kabe civarını bir toplanma,  kaynaşma, yakınlaşma ve paylaşma merkezi olarak değerlendirmektir.
Yukarıdaki ilk meallendirmede parantez içinde yazılan ‘kurbanlık’, ‘onları  kurban ederken’ ifadeleri Kur’an’ın Arapça orijinalinde yok.
***
YANLIŞ: “Bu böyle. Her kim de  Allah’ın nişanelerini  (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin  takvasından (Allah’a karşı gelmekten  sakınmasından)dır. “ (Hac; 32)
DOĞRU: “Bu böyledir. Her kim Allah’ın sembollerine saygı gösterirse,  kalbinde sakınma duygusu/Allah bilinci var demektir.” (Hac; 32).
Tefsiri: Burada da ilk meallendirmede geçen parantez içindeki  ‘kurbanlıklarını’ ifadesi orijinal Arapça metinde yine yok. “Allah’ın şiarları”  kavramı kurbanlıklar diye yorumlanarak metne dahil edilmiş. Oysa “şiar”ın ne  olduğu tefsirde açıklanmalıydı. Biz açıklamışız: Şiar Sözlükte “fark etmek,  hissetmek, duyumsamak” demektir.  Fark etmek, hissetmek, duymak  (şu’ûr), duyuru (iş’âr), bilinç altı (tahte’ş-şuûr),  slogan, amblem, sembol, simge (şi’âr), şiarlar, semboller, simgeler  (şeâir), mani, halk ezgisi (şi’run şa’biyyu), saç, kıl, tüy  (ş’ar), duygu, şuur, bilinç, sansasyon (şuûr), duygu, his  (meş’ar), şiir okumak (şi’ran) kelimeleri bu köktendir… Demek  ki şiarlar, şuûrun (bilincin) yansımalarıdır. Bunlar bir yapıya, binaya,  yeryüzüne dikilmiş bir anıta nispet edilince bir şuurun, bir bilincin, bir fark  ediş, hissediş ve duyuşun sembollerine dönüşürler. Bu anlamda örneğin Kâbe,  Allah’ın bir şiarı, sembolüdür. İman edenlerin kalbinde bu yapının çok farklı  bir anlamı ve önemi vardır. Aynı şekilde Safa, Merve, Say, Tavaf, Meş’ari Haram,  Mina, Müzdelife vs. bütün bunlar Allah’ın şiarlarıdır ve sembolik derin  anlamları vardır. Her kim bunlara gereken saygıyı gösterir, bunların mana ve  önemini kavrarsa kalbinde bir bilinç, bir şuur, bir duygu ve hissiyat taşıyor  demektir. İşin şuurunda, bilincinde demektir. Başkaları için bunlar sıradan  binalar, taşlar ve hareketler olarak görünebilir. Ama iman edenlerin kalplerinin  derinliklerinde bir şuurun veya bilincin ifadesi olarak yaşarlar. Ayette  kastedilen de budur.
***
YANLIŞ: “Sizin için onlarda belli bir zamana kadar birtakım yararlar  vardır. Sonra da kurbanlık olarak varacakları yer Beyt-i Atik  (Kâbe)’dir.” (Hacc; 33)
DOĞRU: “Sizin için onlarda belli bir süreye kadar faydalar vardır.  Dahası onlar yeryüzünün en eski anıtının anlamını açıklarlar.” (Hacc;  33).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu seferde ayette geçen  “mahill” ifadesi “kurbanlık” olarak çevirilmiş. Parantez içinde  kurbanlık kelimesini sokuşturmak yetmiyormuş gibi “şiar”, “mahill”, ileride  gelecek “nüsuk”, “hedy”, “behimetu’l-en’am” hepsi de dümdüz edilerek “kurbanlık”  olmuş (!).
Bu ayette geçen “mahill” sözlükte “çözmek, açmak, indirmek” kökünden gelir.  Ayette harfi harfine; “Sonra onun ‘mahilli’ ‘Beyt-i Atik’edir.” şeklinde  geçmektedir. Çözmek, açmak, analiz etmek, tahlil etmek (tahlîl), yer  tutmak, bir yere indirme yapmak, bir yeri istila etmek, işgal etmek  (ihtilâl), meşru saymak, kendisine helal etmesini istemek  (istihlâl), çöküntü, çözülme, dejenerasyon (inhilâl),    formül, çözüm, çare (hall), çözülmüş, serbest kılınmış, meşru  (helâl) işgal edilmiş, işgal altında (muhtell), yer, mekan  (muhill), semt, bölge (mahalle), bölgesel, yöresel  (mahallî) kelimeleri bu köktendir… Yukarıdaki ayette  şeâirillah (Allah’ın şiarları) denmesi haccın tüm imge, simge ve  sembolleri manasında kullanıldığını göstermektedir. Nitekim bazı müfessirler bu  manada yorumlamışlardır (Razi). Bu durumda ayette geçen mahill kelimesi  “Kurban kesme yeri” değil, “Açıklama, açıklığa kavuşturma yeri” anlamına gelir.  Bu durumda mana; “İman edenlerin kalplerinde apayrı bir anlam ve önemi olan  Allah’ın şiarları yani Kabe, Tavaf, Arafat, Safa, Merve, Müzdelife vb. haccın  sembolik eylem ve nüsukları (ritüelleri), yeryüzündeki en eski beytin  (beyt-i atik) ne anlama geldiğini, mana ve önemini açıklar” şeklinde  olur.
***
YANLIŞ: “Her ümmet için, Allah’ın  kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban  kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız  O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hacc:  34)
DOĞRU: “Biz her ümmet için imge/simge/ritüel belirledik  (mensek). Ki rızık olarak verdiğimiz hayvanlar üzerine Allah’ın adını  ansınlar. Hepinizin ilahı bir tek ilahtır. O’na teslimiyet  gösterin. Kalbi temiz olanları müjdele” (Hacc: 34).
Tefsiri: Görüldüğü gibi bu ayette de “mensek” kelimesi  ‘kurban kesmek’ olmuş. Halbuki mensek nusuk kökünden gelir ve  menâsik olarak tüm hacc ritüel ve sembollerini ifade eder. Şu ayet daha  açıklayıcıdır: “Biz her ümmet için sembolik  hareketlerden oluşan ritüeller belirledik.” (menseken hum  nâsikuhu). Buna diğer bazı mealler “ibadet tarzı”, “ibadet yolu” da demiş  ki nispeten doğrudur. Bu durumda “Her ümmet için” diyerek genellendiği için  sadece hacc menâsiki (tavaf, sa’y, arafatta vakfe, Safa, Merve, müzdelife)  değil; dinin içindeki tüm tekrarlanan imgeleri/simgeleri/sembolik hareketleri  kapsar: Kıyam, ruku, secde, oruç vb.
Rızık olarak verilen “hayvanların üzerine Allah’ın ismini anmak” ise yukarıda  geçtiği gibidir. Bu tabir haccda geçtiğinde infak edilmek üzerine kamu alanına  (Kabe’ye) getirilen canlı hayvanlar manasında, diğer yerlerde ise “Allah’ın  etinin yenmesine izin verdiği hayvanlar” demek oluyor.
Kabe’ye ihtiyacı olanların alması için getirilen hayvanlar üzerlerine  Allah’ın ismi anılmakla (yazılmakla, mühür vurulmakla) “Allah’ın malı”  (kamu/herkese ait) oluyorlar ve illa kesilmeleri de gerekmiyor. Canlı canlı da  infak edilebiliyor. Ve hatta bunun illa hayvan olması da gerekmiyor. Tarım ve  hayvancılık toplumu; bir yoksul bir deveye sahip olmakla, iki çift öküz almakla  icabında yoksulluktan bile kurtulabiliyor.
***
YANLIŞ: “Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için  Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin  için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban  edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın  adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin,  istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye  onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hacc: 36)
DOĞRU: “Cüsseli hayvanları da sizin için  Allah’ın şiarlarından kıldık. Sizin için  onlarda hayır vardır. Onlar saf halinde yan yana dizildiklerinde üzerlerine  Allah’ın adını anın. Nihayet onlardan yiyin,  istemeyen yoksulu da istemek zorunda kalan yoksulu da doyurun. Böylece onları  sizin hizmetinize verdik. Umulur ki şükredesiniz.” (Hacc: 36).
Tefsiri: Bu ayetler Kabe etrafında müşrikler tarafından kurulan,  cüsseli (büyükbaş) hayvan, deve, koyun ve her tür ekin ürünlerinin “iç  edilmesi” üzerine kurulu düzene karşı söyleniyor. Çünkü onlar Kabe’ye  getirilen hediye (hedy) hayvanlarına ve ekin ürünlerine el koyuyor,  yoksullara gitmesine engel oluyor ve ihtiyaç sahipleri arasında eşitçe  dağıtılmasına yasaklar getiriyorlardı. Kur’an’daki tabirle “yerli  yabancı herkesin eşit hakka sahip olduğu” Mescid-i haramdan insanları  alıkoyuyorlardı. (Hacc: 25).
En’am suresinde bu menfaat çarkının nasıl döndüğü uzun uzun anlatılır. Mesela  bir yerde şöyle denir:
“Tutup Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan   ona bir pay ayırdılar ve kendi akıllarınca “Bu Allah için, bu  da ortaklarımız için” dediler. Ortakların payı Allah’ın payına geçmez, ama Allah  payı ortaklarına geçer; ne berbat bir iş bu!” (En’am; 136)
Görüldüğü gibi en’am “nimet olarak gelen sığırlar” manasında  kullanılıyor. Çünkü rivayete göre cahiliye Arapları ekin ve sığırlardan el  koydukları ürünleri putlar ve Allah arasında bölüştürürlerdi. “Şu Allah’ın payı  şu da tanrılarımızın payı” derlerdi. Allah için ayırdıkları payı başkaları için  harcarlar, putları için ayırdıkları payı zimmetlerine geçirirlerdi. Putların  payından Allah’ın payına bir şey geçerse hemen geri alırlar, Allah’ın payından  putlarının payına geçen bir şey olursa, sonuçta bu kendi ceplerine gireceğinden  hiç ses etmezler “Allah zengindir putlar fakir, O’ndan bunlara bir şey  geçmesinden bir şey olmaz” derlerdi (İbn Abbas). Demek ki cüsseli hayvanlar  (el-budne) Kâbe etrafındaki ni’met (en’am) istismarına dayalı bu  “hayvan döngüsünü” ifade ediyor.
En’am suresi 135-140 arasında bu döngünün nasıl işlediğini okuyabilirsiniz.  Burada esas amaç kurban kesmek değildir. Kabe’ye getirilen hayvanların  “çete” tarafından iç edilmesi ve aralarında üleşilmesine karşı  onların kamunun/yoksulların hakkı olduğunun vurgulanmasıdır. Bu arada kesilenler  varsa -ki bu örfen müstahaptı- onların da sadece etlerinden yenilebileceği  (kendine ayırıp biriktirmek yok) gerisinin yine yoksullara dağıtılması  gerektiğinin ısrarla vurgulanmasıdır.
Tabi bütün bunlar hacca gidenler için geçerli. Oradaki durum anlatılıyor.  Hacca gitmeyenlerin kurban keseceğine dair Kur’an’da en küçük bir ima bile  yok.
Kur’an’da sadece mazereti sebebiyle hacca gitmeye niyetlenip de  gidemeyenlerin Kabe’ye bir hedy (adanmış hayvan) göndermesi istenir. (Bakara  196). Çünkü ihtiyaçtan fazla olanın oraya gönderilmesi ve orada ihtiyaç  sahiplerinin eline ulaşması istenmektedir. Gönderilecek hayvanın illa kurban  olarak kesilmesi gerekmiyor. Hedy hediye kökünden gelir ve canlı bir  hayvanın veya bedelinin yoksula bağışlanması manasına gelir. Kabe’ye getirilen  “kurbanlık hayvan” demek, “adanmış hayvan”  demektir; Allah’a, Kabe’ye, yani kamuya, ihtiyaç sahiplerine adanmış, onlara  verilmek üzere getirilmiş canlı hayvan, ekin ürünü vs. demektir. Bu dahi  “hacca niyetlenip de gidemeyenler” için geçerlidir.
Sonra yukarıdaki ayetin devamında şöyle denilir: “Onların etleri ve  kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları  sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük  tanıyasınız. Güzel ahlak sahiplerini müjdele.” (Hacc; 37)
“Asla”  denilerek ulaşmayacağı söylenen et ve kan zaten Araplarca da kesilmekte olan  kurbanlardı. Klasik zihin burada kurban kesen kişinin, kurbana bıçağı çalarken  içinde taşıdığı takva duygusunun kastedildiği şeklinde anlıyor. Burada kurbana  teşvik değil; sakındırma, yapmayın bunu artık, bir anlamı yok vurgusu  var.
Ayetin sonundaki cümleden de anlaşılacağı gibi aslolan hayatın  içinde güzel ahlak sahibi (muhsinin) olmaktır. Allah sizin kurbanlarına bakmaz,  ete, kana, deriye, bağırsağa bakmaz. Bunlar için günahlarınızı affedecek de  değildir. İçinizde Allah bilincinden kaynaklanan sakınma duygusu (takva) ile  yaşayıp yaşamadığınıza ve ahlakınıza bakar. Açıkça diyor işte: “Asla ulaşmaz” Şu  halde neden kesip duruyorsunuz, ulaşmayacak işte. Duymayacak o hayvanların  sesini, kan kırmızısı boğazın görüntüsünü, duymayacak!
***
Üç yerde daha kurban ile ilgili ayet var. Onları da aktarıp bitiriyorum;
Bakara suresinde İsrailoğullarına “inek kesmeleri”  istenir. Bundan maksat Mısır Firavun İmparatorluğu’nun sembolü İnek/Boğa  (Bakara) dır. Onunla ilişkinizi tümüyle kesin denmek istenir. (Bakara 67).
Maide suresinde Adem’in iki oğlu kıssası (Kabil-Habil) anlatılır.  Kabil haksız yere toprağa çit çevirip özel mülkiyetine geçirir. Onu başkasından  saklar. Ondan gelen ürünü Allah kabul etmez. Ama Habil Allah’ın mülkü olarak  olarak gördüğü ve kendi emeği ile ekip biçtiği topraktan ürün getirir. Onunki  kabul edilir. Buradan Allah’ın mülkünü sahiplenmeyin, kendi emeğinizle geçinin,  başkasının (kamunun) hakkını gasbetmeyin, kul hakkı yemekten sakının, Allah  sakınanlarınkini (muttaki) kabul eder mesajı verilir. (Maide; 27)
Al-i İmran suresinde Yahudilerin, Hz. Peygamber’i “Kurbanı  inkar etmekle” suçladıkları anlatılır. “Allah bize ateşin  yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamızı emretti”  (Ali-İmran; 183) demektedirler. Onlara göre peygamber kendi bildikleri  ve anladıkları tarzda ateşte yanarak kesilen bir kurban (yakmalık sunu)  getirmelidir. Muhammed bunu getirmediğine göre kurbanı inkar ediyor demektir.  Üstelik bunu onlara Allah böyle söylemiştir. Yakmalık sunu kurbanı apaçık  Allah’ın emridir!
Kur’an onlara şöyle cevap verir: “De ki: “Benden  önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz  şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları  öldürdünüz?” (Ali-İmran; 183).
Cevap çok manidardır.
***
İşte Kur’an’da “kurban” ile ilgili geçen ayetler  bunlardır.
Acaba Kur’an’ın ‘kurban haritası’ görünen uygulamalara uyuyor mu?
Ölçün biçin, düşünün.
Benden gözler önüne sermesi… İhsan ELİAÇIK'ın kaleminden
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder