Din ile toplama/biriktirme arzusu içiçe bir haldedir. Dindar, denilen kişiler, dini bir örtü gibi kullanırlar. Ahirete inanır gibilerdir ama onlar dünyayı severler. Dünyaya ve mal biriktirmeye daha fazla önem verdiklerini, bunun sonucu da daha zengin olduklarını görürüz. Kendine müslüman diyen ama tekasür hastalığına yakalananlar ...
Aslında konuya daha derin ve geniş bir çerçeveden baktığımızda, mal biriktirmenin temelinde insanın sınırsız hırsı olduğu kolayca görülür. Her insanın, yaşadığı ortamda aldığı terbiye ve eğitimin etkisiyle, az veya çok bu hırsa sahip olduğu görülür. Burada Tekasür ahlaksızlığından ziyade, Ehli Sünnet teolojisinin, nebi adına uydurulmuş hadisler ile insanın mal biriktirme hırsını daha teşvik ettiğini söyleyebiliriz. Ancak gerçek problem, mal biriktirmeden ziyade bu biriktirilen mal ve zenginliğin nerelere harcandığındadır. Bu konuda Şia Ahlakı ile Ehli Sünnet Ahlakı arasında bir fark yoktur ve diğer insanlara az yardımı, Çoğunu kendilerine bırakmayı esas alır. Aynı şekilde Tekasür kültürün temelinde paylaşımcılık ve yardımlaşmadan söz etmek mümkün değildir. Çok azı hariç; zira hiç yardım alamayan aç insanlar isyan eder. Bu nedenle çok az yardım, kurulan sistemin işlemesi için gereklidir. İşte bu yönüyle Tekasür Hastalığı, gerçek İslam ile çatışmaktadır. Aslında Tekasürleşmenin temelinde bir din arandığında, buna en yakın dinin Hadu olanların (Yahudileşen) din yapıları olduğu görülecektir.
Tekasür kültürün temelinde sınırsız ihtiyaç, tüketim ve harcama olduğu gibi, aynı zamanda sınırsız bir hürriyet de vardır. Sınırsız hürriyet olacak ki, insan her türlü aile, ahlak, din, töre vs. gibi bağlardan kurtulup özgürce harcayabilecek. Bir delikanlı özgürlüğün büyüsüne kapılacak ki, keyfince yaşamasına karşı çıkan ana-babasına kafa tutabilsin. Kadın hakları olacak ki, ana olacak kadın evini beklemekten ve bir erkeğe mahkum olmaktan kurtulabilsin. Tekasürleşmiş kültürde kadın, örnek aldıkları eski Yunan Meleklerine (Tanrıçalarına) eş, sokak karnavallarında güzellik kraliçesi olmaya layıktır. Aile diye bir şey olmamalıdır ki her birey ayrı ayrı tüketsin. Hem çocuk da neymiş, kadın bu eziyete katlanamaz, güzelliği bozulur.
Kalbi hastalıklı kişilerde, Allah'a itaatkar mütevazi bir kul olup güçsüzleri düşünen değil, topladığı güçle, zenginlikle her şeye hükmeden, güçsüzleri sömüren, kendini Tanrılaştıran makbuldür. Tanrıya değil, güce (Uzza), zenginliğe (Menat) ve egoya dayanarak oluşturulan kanunlara (Lat) tapılır. Tevhidin tersi, çok tanrılı bir dindir. İnsana tapacak uğrunda hayatını feda edecek bir çok Tanrılar sunar. Bu dinin vicdanı rekabet, adaleti arz-taleptir. Vicdanen açları düşünmek şöyle dursun, açlık sınırının altındaki asgari ücret bile, çalışanlara çok görülür. Eğer bir yerde yüksek ücret varsa, bu bir hak olduğundan değil, her şeyi arz-talep düzenlemesinin sonucudur.
Kalbi hastalıklı kişilerin ürettiği mekanizmalar, Allah'a mütevazi bir kul olmayı reddederek, insanı Tanrı gibi güçlenip dünyaya hakim olmaya, bir anlamda tıpkı Firavun gibi Tanrılaşmaya zorlar. Aynı, Cennet gibi bir ortamda, insanı kandıran Şeytan simgesi gibi. “Bu meyveyı yersen siz iki Melik/Melek olacaksınız gibi ” diyen Şeytan misali. İşte dinde sakındırılan Şeytan gerçeğinin aslı. Tadılacak SECER insan hırsı, egosudur. Meyve gibi son derece tatlıdır. O’nun Cennet’i bu dünya olduğundan insana dünyayı, dünya saltanatını sunar. İnsanı gerçek Cenneti bozarak dünyaya indirgenmiştir. Gerçekte hırslarını yenen insan, cennette yaşar, onu İlah edinen hırslarının peşinde cehennem gibi bir hayat sürer. Demekki insan önce hırssız doğar, sonra onu şeytani bir ortam ayartır. Aynen Tin Suresi’nde anlatılan ilahi hikmet gibi “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.”
Ehli Kitaplaşarak amacının dışına çıkan yapılarda, bir şeyin değeri para ile ölçüldüğünden insan, bilgi ve becerisinden ziyade, üzerinde taşıdığı gömleğin, gözlüğün, cep telefonunun, bindiği arabanın markasıyla değerlendirilir. Eğlence her şeyin önünde olduğundan, bir futbolcu veya bir şarkıcı; daima bir bilim adamından ve bir alimden daha fazla para eder.
Namus hiçbir değer etmezken ve aşağılanırken, kadının özellikle cinselliği her alanda ön plandadır. Ülke değerlerini ön planda tutan, tüyü bitmemiş yetimin hakkıdır diye haksız kazanca karşı çıkan dışlanırken, her türlü haksız kazancı cebe indirenler makbul olur. Haklı olan değil güçlü olan kazanır. Güzellikler yitirilir, sanat yozlaşır, beste güfte yok olur, geriye sadece tekerleme gibi bir ritm kalır. Tek gaye her ne şartla olursa olsun para kazanmak olduğundan gerektiğinde vatan, millet, namus, dost, her şey satılır.
Bütün bunların sonucunda toplumda büyük bir yozlaşma başlar, aile dağılır, dostluklar bozulur ve birey yalnızlaşır. Milyonların yaşadığı metropollerde yalnızlık içinde kalan insan, fırtınalı engin bir okyanusta tek başına kalıp, sığınacak güvenli bir liman arar, ama bulamaz. Çünkü herkesin çok önemli bir işi vardır, derdi olan Darulaceze’yi aramalıdır. Muhabbet, parası olanlar arasında cafe barlarda veya altınlı günlerde olur. Öyle çatkapı kimse “komşu ben geldim” diyemez. Varlıklı olan her zevki tadar, normal kabul edilenler tat vermez olur, daha önceleri anormal denilenleri dener, yine mutlu olamaz. Sonunda toplumda, bazılarında yokluktan bazılarında çokluktan ruhsal problemler başlar ve hayattan hiçbir zevk almamaya başlayanlar ise, son olarak bir de intiharı denerler.
Buradan şu açıkça anlaşılmaktadır ki; Allah kainatta, sahip olunduğunda insanın bütün dertlerini bitirip, onu son derece mutlu edecek bir şey yaratmamıştır. Bu ancak cennette mümkündür. Şirk dininde insanlar bu dünyada ilahlaştırılanlara yakın olmayı arzu ederler, onlara kul köle olmaya çalışırlar. Hem bu yakınlık çok zordur, hem de bu sahte ilahların diğer insanlara verecek hiçbir şeyi yoktur. Bu ilahlar hep almaya programlanmışlardır. Halbuki gerçek ilah ALLAH’a yakın olmak çok daha kolaydır. O ezilen güçsüz ve yoksullara daha yakındır. O’nun katında güçlü değil haklı olan üstündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder